18 Eylül 2010 Cumartesi

"ÖL" DEDİN, ÖLDÜM...

Bana kollarını uzatsan biraz
Sana kul olurum seven ne yapmaz


Uzaktan geçen bir yolcu gemisinin dalgalarıyla dövüyorsun ruhumun yosunlu ve sarp kıyılarını. İçli denizci seslerinden sevda türküleri yankılanıyor tuzlu suyun her kabarışında ve her aklıma gelişinde. Oysa ben şarkı söylemek yerine o şarkıyı yaşamak istemiştim yalnızca, masumca...

Gel öldür bu ömür böyle tükensin
Sana bin can feda seven ne yapmaz


Sen, yüzünü döndüğün maviliğe doğru her gün bir adım daha ilerlerken, benim için her gün bir adım daha ulaşılmaz oluyordun. Çaresiz, elim kolum bağlı bekliyordum makus kaderi, ufukta kendini yok edeceğin o malum zamanı... Yokluğun yokluğum olacaktı, biliyorum. Sensizliğe ayarladım ömrümün saatini ve tik takların tükenmesini beklerken yazmaya başladım sana dair bende olanı...

Bu gönül uğruna neye katlanmaz
Öl desen ölürüm seven ne yapmaz


"İstediğin her şey"di yaşama sebebim ya da "istemediğin hiçbir şey". Göz hizanda duran varlığım sadece senin olmamı istediğin süre kadar ve olmamı istediğin şekilde kalacaktı. Ve bir gün... "ol" yerine "öl" diyecektin istemesen de. Şerefli bir madalya gibi boynuma asacaktım sonra ben de ağzından çıkan tek kelimelik yaftayı.

Gel öldür bu ömür böyle tükensin
Sana bin can feda seven ne yapmaz


Verilmiş bir söz bu, sonucu bilinerek başlanmış bir lades. Tıpkı, kanatlarını güneşe yönelten İkarus gibi, üç gün kelebek olmak için kozasını ören aceleci tırtıl gibi, yalancı bahara çiçeklenen erik ağacı gibi... Neyse yaşanacak olan yaşanmalı. bir gün, bir yıl, bir mevsim, asır ya da bir dakika... Neyse o, ama dolu dolu...

Neden diye sorma; "öl dedin, öldüm..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder