8 Eylül 2010 Çarşamba

BİR KAPI AÇILDI...

Bir kapı açıldı ve milyonlarca soru işareti girdi yüreğimizden içeri. Nedenler, niçinler sardı dört yanımızı. İtiraf edemediğimiz gerçeklerdi aslında nedenler, bize hiç de yabancı olmayan yüzlerdi niçinler... Yine de görmezden geldik, görmemeye devam ettik katı ve yüksek tonda kulağımızda çınlayan gerçekleri... Tanımamak kolayımıza geldi, sahte yüzlerin sahte limanlarına sığınmayı tercih ettik, sağır olmayı tercih ettik, terkedilmeyi tercih ettik.


Nehirlerimizi bizi bekleyen okyanıslar yerine sığ bataklıklara yönlendirdik. Denizde bir damla olmaktansa menekşe kokularına cansuyu olmayı seçtik. Böylesi daha güvenliydi çünkü bizim için. Ve belki de doğru bildiğimiz bu olduğu için kendimizi daha iyi hissediyorduk menekşe kokularıyla kaybolup giderken... Kitaplar böyle yazıyordu doğruyu. Ya da biz hep yanlış kitaplardan okuyorduk hayat dersini...


"Gitme" diyemiyorduk kimseye, şairlerde öyle yapıyordu çünkü. "Sana gitme demeyeceğim..." Günün en güzel saatlerini bir çin işkencesine dönüştürürken gidenler, biz hep kendimizi suçluyorduk. "Aslında giden değil kalandır terkeden" biliyorduk. Ve nedense hiç "giden" olamıyorduk. Kalıyorduk, zor olanı seçiyorduk. Belki bunun için, biz hep kalmayı seçtiğimizden gidiyordu gidenler. Güçleri yetmiyordu bir tende kalmaya, her gün yeniden paylaşmaya sevgilerini, sezgilerini... Çünkü sevgileri de o kadar azdı, çünkü yürekleri büyük sevgilere dardı...


Çok güzel becerdiler kokularını korkularımız yapmayı. Önce yatağımızdaki boşluğa, yastığımızdaki çukura işlediler sıcaklıklarını, kendilerini öyle sevdirdiler ki farkedemedik "zaten yok olduklarını", gitmek için fırsat kolladıklarını... Çünkü biz "sevdik mi tam severdik" sahiplenirdik, kıskanırdık, sakınırdık, paylaşırdık, çoğalırdık belli etmesek de açıktan açığa. Ölürdük be, ölürdük sevdiğimiz için!.. Gözyaşlarımızı uykularımızın içine gömüp, yalnızlıklarımızı eski albümlerin rengi kaçmış hatıralarıyla örtbas ederek beklerdik çünkü sevdiğimizi, seveceğimizi...


Beklemek... Ve işte en iyi yaptığımız işti beklemek. Neyi beklediğimizi bilmesek de, ne kadar bekleyeceğimizi kestiremesek de bekleyebilirdik süresiz ve sınırsızca. Özlenen, gözlendiği yerden gelirdi önünde sonunda, gelmeliydi. Bir erdemdi beklemek bizim için. Erdemli olmayı seçmiştik bir kez yaşam biçimi olarak, aksi düşünülemez... Bir söylenmemiş söz, bir esirgenmiş gülüş bile yeterdi sevdalanmamıza... Hiç yapılmamış ve yapılmayacak olan uzun yol seyahatlerinde sevgilinin başını yüreğimizin tam üstünde hissetme hayali yeterdi mutluluk çiçeklerinin gönül bahçemizde açmasına... Beklerdik, sadece beklerdik ama hiçbir karşılık da beklemezdik... Böylesi güzeldi. Böylesi, bize özeldi... Madde dünyasında manevi hazlar ülkesinin bir üyesi olmak herkesin harcı değildi, bilirdik.


Peri masalları dinlerdik hala çocuk yüreğimizle, yunuslar ülkesi prensinin deniz kızına sevdasına dökerdik gözyaşlarımızı. Ferhat'la Şirin'de, Kerem ile Aslı'da unuturduk kendi ulaşılmaz aşklarımızı.


Ayrılık hep yüreğimizin bir köşesinde hazır kıta beklerdi. Aşkın acısı içimizde bir yerlerde kanasa da kendi yaramıza kendi dermanımızı bulmayı becerirdik.


En kor sevişmelerin ardından bile gardımızı düşürmezdik. Alışkındık çünkü tenimizin tuzu kurumadan terkedilmeklere... Kendi topraklarımızda muzaffer komutan olmayı, yeni kıtalar keşfederken esir düşmeye yeğliyorduk.


"Gibi" yapıyorduk hep... Hiç birlikte yürümedik gibi, konuşmadık gibi, yanyana uyurken aynı rüyayı paylaşmamış gibi, el ele hiç tutuşmamış gibi, hiç o kadar mutlu olmamış gibi, sevgiden söz etmemiş gibi, sevmemiş gibi, sevilmemiş gibi... Terkedilmemiş gibi yapıyorduk sonra da, kolayımıza geliyordu böylesi.


Zaten biz değil miydik terkeden, zaten "zaten olmayan" kadınları sevmek de bizim suçumuz değil miydi? Suçluluğumuzu örtüp, delilleri gizledik "gibi" yaparak. Kendimize bile söylemedik hala sevdiğimizi, bir duyan olur diye... sustuk hep, suskunluğumuzla boğduk yüreğimizdeki çocuğu ya da çocuk yüreğimizi...


Türküler söyledik, "terketmedi sevdan beni" dedik, kimsenin duymayacağını bile bile... kimsenin görmeyeceği kuytularda şiirler sıraladık adı bizde gizli sevgiliye. Sevdiğimizi söylemedik ama hiç mi hiç. Sevdamızı da tek başımıza yaşadık yalnızlığımız gibi, anlayan anladı... Aldatılmaktı en büyük korkumuz ve hep aldatıldık. Atlatıldık sevda oyununda. Başrol beklerken figüranlığa sevindik. kendi hayatımızı bile figüranca tükettik... Bizi hayatın en orta yerinde "kör kuyularda merdivensiz" bıraktılar.


Dost diye bildiğimiz uzanan eller, elimizde son kalanı da alıp götürdüler. Çığlıklarımız, bir akvaryum balığının haykırışı gibi yüreğimizin okyanuslarında kayboldu gitti. Aslında her giden bir parça götürdü, yüreğimiz de kayboldu gitti...


Herşeye rağmen, yine de bağışladık bize bizim dünyamızı dar edenleri. Her şeye rağmen yanımızda olsunlar istedik. Hoyrat dokunuşlar, sahte öpüşler, arsız gülüşler onlara zarar vermesin istedik, onlar da bizim gibi terkedilmesin istedik... Çok şey istedik... "Öl deseler ölecektik", oysa onlar kendi intiharlarını seçtiler. Bir derenin kıyısında, sevdamızı bağlayıp ayaklarına attılar kendilerini yabancı suların aldatan serinliğine... Bizi bize bıraktılar... Bizi bizde bıraktılar...


...


Bir kapı açıldı ve terkedilmekler doldurdu gözpınarlarımızı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder