21 Mart 2014 Cuma

YASAKLAMANIN USTASI

Usta...
Sen bu milleti tanıyamamışsın daha...
Biz 'çimlere basmayınız' yazısını görünce yeşile dalan, 'denize girmek tehlikeli ve yasaktır' tabelasının önünden çivileme atlayan bir ırkın efradıyız...
Hani gözümüzün önünde deveyi havuduyla götürseler ses etmeyiz de, metro istasyonunda sigara içmeyin diye uyaran güvenlik görevlisine cümbür cemaat dalarız.
"Yasaklamak yasaktır" deseler; ona bile karşı çıkar, kendi yasağımızı kendimiz koyarız be Usta...
Daha öncesinden kaç kez tecrübe ettin, hala şansını zorluyorsun.
Taksim'e girilmez dedin mesela, günlerce Gezi'de yattı kalktı, 'her yer Taksim' deyip sokakları arşınladı insanlar;  gencecik fidanları kırdın, kopardın da başaramadın...
TV kanallarını kapattın, aydınları susturmak için Silivri'de, Hasdal'da onlarca hayatı kararttın; sen 'bir' susturduysan yerine 'bin' geldi, anlayamadın...
Hele ki bilim ve teknoloji çağında, interneti yasakla yenebileceğini hangi danışmanın akıl verdi bilmem ama, bence bundan sonraki ilk yasağın, danışmanlarına danışmayı yasaklamak olsun Usta...
***
Bak Usta...
Keser dönüyor, sap dönüyor, maalesef gün gelince yanlış hesap da Bağdat'tan dönüyor.
Sen zamanında CeHaPe için, MeHaPe için hazırlanmış komplolara mal bulmuş mağribi gibi sarılmasaydın...
Montajlanmış tapelerle, sahte konuşma kayıtlarıyla tutuklanan insanların hakkını korusaydın...
Hani o meşhur balkon konuşmandaki gibi 'yüzde ellinin değil, herkesin başbakanı' olabilseydin...
 Bugün sosyal medya üzerinden servis edilen videolardan, ses kayıtlarından korkmana gerek kalmazdı.
Sen göz yumdun, onlar yol yaptı, ucu sana dokundu...
***
'Tek adam' olmak zordur Usta...
Herkesin harcı değildir...
Etrafını saran yağcılardan ve yağ tabakasından gerçekleri göremez hale gelirsin.
Seni peygamber, haşa Allah ilan ederler; inanırsın.
Hadi büyükler şöyle dursun, 'küçük dağları ben yarattım' havasına bürünüverirsin.
Hah, işte tam da bu sırada köpeğine 'kışt' dediğin biri çıkar, o küçük dağları bir bir başına yıkar be Usta...
Sen  'tek adam' olduğunu düşünürken aslında 'kimlerin adamı' olduğunu farkedersin, çırpınıp kurtulmaya çalışırsın ama nafile; ipleri çok sağlam ele geçirmiştir birileri...
Kimse bilmesin, kimse duymasın istersin...
Çoluğun çocuğun, eşin dostun zarar görmesin diye çırpınırsın...
Bu bataktan kurtulmaya çalıştıkça dibe gömülen 'tek adam' olursun Usta...
***
Nasıl ki "türban" yasağı seni bu milletin başına getirdiyse, koyduğun yasaklar da götürür Usta, aman diyeyim...
Twitter değil mesele...
Yasak mağduru bir zihniyetin yasakların uygulayıcısı durumuna gelmesidir esas sorun.
Yasalardan aldığın gücü yasaklarla pekiştirmeye kalktığında...
Kazımaya kalkarken kazınırsın Usta...
(Bülent PINARBAŞI)

7 Ocak 2014 Salı

Bu halkın diliyse halk nece konuşuyor?

Hani her gün bir başka kuruma, kuruluşa, devlete, devlet adamına ayar vermeye kalkmasa, aklımıza bile gelmeyecekti...
Aktif siyasette söz sahibi olduğu günden bu yana yaptığı gafları art arda dizsek, o anlata anlata bitiremediği bölünmüş yolların uzunluğu solda sıfır kalıyor.
Neler demedi ki?.. Tabii “insanın fikri neyse zikri de odur” ilkesinden yola çıkarak bu fikir-zikir tutarlılığı konusunda hayranlık duymamak elde değil.
“Ananı da al git”, “senin çocuğun da işsiz kalsın, ne yapalım” gibi irticalen söylenmişleri Kasımpaşa usulü dil sürçmesi kabul edip listeye dahil etmesek de, geri kalanlar yenir yutulur cinsten değil.
Merdi kıpti, secaat arzederken sirkatin söylermiş. Peki bizim sayın Başbakanımız neler söylemiş?..
Mesela demiş ki zamanın birinde “elhamdülillah şeriatçiyiz”... Yılbaşına karşı olduğunu, İstanbu’u Medine yapmak istediğini de söylemiş. Tabii sorduğunuzda, medine gibi “medeni” bir şehir yapmaktan söz ettiğini iddia ediyor. Biz de inanıyoruz.
Daha başka neler söylemiş gelin şöyle bir küçük hafıza turu yapalım isterseniz:
“Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok”
“Her 10 kasım’da yaygara kopartılıyor”
“Sadece imamlar resmi nikah kıysın”
“Ben İstanbul’un imamıyım”
“Mayo reklamı şehvet sömürüsüdür”
“Milli piyango zulümdür” (Başbakanlığı döneminde bu zulümü süper loto vb. ile katlamıştır)
“Taksim’deki caminin temelini inşallah atacağız”
“Cumhurbaşkanının imam hatipli olacağı günler yakındır”
"Türkiye kendine din olarak kemalizm'i almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir..."
“Camiler kışla, minareler süngü, kubbeler miğfer, müminler askerimizdir”
“Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz” (İleri demokrasinin belirtilerini taa o zamandan vermiş)
"Yolumuzun ortasında inek oturmuş, yolumuzu kapatıyor, menzile ulaşmamızı engelliyor. ineği önümüzden önce lafla, usul usul, sonra evelallah sizlerin yardımıyla, artık nasıl olursa, nasıl denk gelirse kaldıracağız."(İnek olarak tarif edilen şeyin laik cumhuriyet ve Atatürk devrimleri olduğunu söylememe gerek varmı?)
“Hem laik hem müslüman olunmaz. Ya müslüman olacaksın, ya laik..”
“Referansımız islamdır. Tek hedefimiz İslam devletidir”
“29 Zilkade 1421” (Oğlunun nikah davetiyesinde tarihi Hicri takvimle yazıyor)
“1.5 milyarlık islam alemi, Müslüman milletimizin ayağa kalkmasını sabırsızlıkla bekliyor. Kalkacağız, bu ayaklanma başlayacak. Işıkları göründü, Allah’ın izniyle kıyam başlayacak”
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı koskoca bir yalan. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır”
“Kaptıkaçtı, maptıkaçtı anayasayı hazırlıyorlar, adamlar ayık kafayla hazırlamıyorlar bunu...”
“Yahu bu milletin bütünlüğü ‘ne muttlu Türküm diyene’ ifadesiyle sağlanır mı? 30’u aşkın etnik grubu ümmet düşüncesiyle bir arada tuttu Osmanlı. Biz de öyle yapacağız...”
“Bir tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye. Millet isterse gidecek tabii...”
“Biz hazmettire hazmettire geliyoruz Allah’ın izniyle... Bu çalışmalarımız senaryoyu değiştirme çalışmalarıdır. Biz onun için geliyoruz”
“Biz Kemalist düzenin koruyucusu olamayız, bu mümkün değil...”
“Türkiye’yi pazarlıyorum. Bizim için verilecek para önemlidir. Her şeyi pazarlar satarız, parayı veren düdüğü çalar”
“PKK’nın cenaze töreninde bayrağını açması da, F-16’ların alçaktan uçması da yanlış” (Yani PKK ile TSK aynı kefede, çaktınız siz onu...)
“Ben müslümanım diyenin aynı zamanda ben laikim demesi mümkün değil”
“Sana mı kaldı türban konusunda karar vermek? Bu ulemanın işidir. Ulema ne derse o olur” (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ayar veriyor)
“Efendi sen kim oluyorsun? Buna mecelle karar verir” (Burada da yine türban konusunda, bu kez Danıştay’a fırça kayıyor)
...
Bütün bunların yanında bir de hasmına kavgada söylenmeyecek argo incilerimiz var ki, 18 yaş altı kardeşlerimizin de okuyabileceğini göz önünde bulundurarak yazımızda yer vermiyoruz.
Tabii buna da mazereti var sayın Başbakanımızın... Diyordu ki “Ben halkımın dilini konuşuyorum. Halkımın dili argoysa, ben argo konuşurum. Beni gaza getirmeye çalışıyorlar...”
Bu geçerli mazereti beyan ettiği gün, katıldığı bir ilçe kongresinde söz İmam Hatip liselerine gelince, halkının dilini kullanmaya devam ediyor sayın Erdoğan: “Sanki meslek liselerinin hepsi İHl’li anasını satayım...”
Şimdi bunları niye yazdık?
Malum cemre düştü, ülke seçim havasına giriyor...
Çok yakında partisinin belediye başkanı namzetlerine destek vermek için meydanlarda arz-ı endam eyleyecek yine Sayın Başbakanımız.
Dün söylediklerini tekrar hatırlayalım ki, yarın söyleyecekleriyle karşılaştırma fırsatı bulup performansındaki gelişmeyi “takdir” edebilelim...
Vekili olduğunuz millet, anasını da aldı yeni incilerinizi sabırsızlıkla bekliyor Sayın Başbakanım!..

6 Ocak 2014 Pazartesi

İTİRAZ EDİYORUM

Gezi ruhunu anlamayan, ancak her fırsatta alkışlayıp anlamış gibi yapanların da takkesi düştü, kel göründü... Var olan siyahi zihniyete ve politik kokuşmuşluğa bir başkaldırı olan Gezi, şu anki haliyle bütün partileri, bütün sendikaları, demokratik kitle örgütlerini reddetmişti aslında. Çünkü hiçbiri halkı, Gezi için meydanlarda ölümü göze alan, yaralanan, biber gazına ve tomanın suyuna göğüs geren milyonları temsil etmiyordu. Sonrasında zafer nidaları ortalığı doldurdu. Çünkü iktidarından muhalefetine, yaşlısından gencine herkes "anladık" diyordu. Herkesin diline pelesenk oldu meşhur "Gezi Ruhu"... ...Ve yerel seçimler kapıya dayandı, ruh muh kalmadı ortalıkta! Ne seçim sisteminin, ne sisteme dahil örgütlerin, ne siyasetin ne de siyasetçilerin düzelmiş bir görüntüsü yok çünkü... Tas?.. aynı. Hamam?.. Aynı. Hani gençlere ve kadınlara öncelik tanınacak, halkın sesine kular verilecekti ya... Açın avucunuzu, başlayın yalamaya... Bu sözü söyleyen kime sorsanız kendi makamı hariç söylemiş. Kime sorsanız kendi aday olmazsa, kendi seçilmezse memleket elden gidiyor. Yani herkes diyor ki "bana dokunmayın, ötekiler gidebilir" İki dönem hizmet veren üçüncü dönemi zorluyor. neden? Yerine daha iyisi yokmuş. Peki sormazlar mı "bu kadar zaman kendi yerine bir veliaht neden yetiştirmedin" diye? Sormazlar mı "senin döneminde palazlananların başını neden ezdin" diye?.. Sormazlar... Bu güne kadar sormamışlar ki devranı çarkı istedikleri gibi döndürebilmişler... Artık korkulardan sıyrılıp bu çarka çomak sokmanın zamanı gelmedi mi?.. "Çantada keklik" olmak zorunda mıyız? Hiç alternatif yoksa "boş oy" da bir alternatif olamaz mı?.. Kötünün iyisini seçerek kötü yönetilmeye mahkum muyuz?.. Bize, halkın sesine kulak tıkayanlara kulak asmak mecburiyetinde miyiz?.. .... "Oyları bölmeyin", "onların ekmeğine yağ sürmeyin" diyenler; bölünmemek, rakibin ekmeğine yağ sürmemek için ne yaptı ki bizlerden bunu isteme hakkını kendisinde görüyor?.. Daha kaç dönem, sadece iktidara yaramasın diye beğenmediğimiz, istemediğimiz, bizim seçmediğimiz insanlara oy verip sonrasında başımızı taşlara vuracağız?.. *** İTİRAZ EDİYORUM! YENİ SİYASETÇİLER VE YENİ BİR SİYASET ANLAYIŞI HAKİM OLANA KADAR "BOŞ OY" VERİYORUM...

21 Ağustos 2013 Çarşamba

UYUTULDUK EY HALKIM…

“Vurulduk ey halkım, unutma bizi” dediğinden beri Uğur Mumcu, unutmuyoruz hiç bir yıldönümünde ne öleni, ne olanı… Klavye şövalyesi sosyal medya kahramanları “tarihte bugün” sitesinden bakıp önemli olaylara, methiyeler düzüyor ölene, yazmadığını bırakmıyor olana… Balık hafızamızla günlük ve anlık hatırlamalara seviniyoruz ne kadar duyarlı olduğumuza vurgu yaparak. …Oysa 24 saati geçmiyor yasımız, acımız, isyanımız. Bu nedenle hangisinin gerçek, hangisinin göstermelik olduğu birbirine karışıyor tüm tepkilerin. Bu nedenle etkisiz kalıyor ne yaparsak. Çünkü biliniyor ki artık, bugün tencere çalar yarın akraba düğününde halaya dururuz. Bir çağrıya bakıyor sözcüklerimiz. Sabah uyanır uyanmaz kontrol ediyoruz modern deyimiyle “hashtag” listesinde ne olduğunu. Sonrası hazır zaten: # Mumcu…. “Unutmadık, unutturmayacağız…” # Hablemitoğlu…. “Unutmadık, unutturmayacağız…” # Dink…. “Unutmadık, unutturmayacağız…” # Gezi…. “Unutmadık, unutturmayacağız…” # Reyhanlı…. “Unutmadık, unutturmayacağız…” … Sonrasında bu sahte demokratlıkla görevini yapmış olmanın rahatlığıyla sağa sola laf atmalar, sataşmalar, gaza getirmeler… Hani yanlışlıkla sorsan birine “arkadaş tamam da, unutmayıp unutturmamak için ne yaptın?” diye, tıss... Sadece yıldönümlerinde atılan bir slogan olmaktan öte gitmedikçe anlamsız laf salatasıdır "unutmadık unutturmayacağız"... O halde yağma yok. “Yutmadık, yutturmayacağız!..”

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Fotoğraf

80 ihtilalinden beri belki de ilk kez, örgütsüz halk kendi başına sesini yükseltiyor, meydanlara iniyor, düzene –daha doğrusu düzensizliğe- itiraz ediyor. Bu güzel bir şey… İçinde şiddet barındırmayan, bastırmak için şiddet kullanılmasına rağmen şiddet barındırmayan, pek çok irili ufaklı girişime rağmen herhangi bir aşırı ucun sahiplenmesine, öncü görevi üstlenmesine izin verilmeyen ‘gerçek demokratik’ bu eylem tarzı herkesi şaşırtıyor. Doğaldır, iktidar gücü hangi partinin elinde ise, tepki ve eylem de o partiye bir karşı duruştur. Çünkü toplumu daha düzenli ve refah içinde yaşatma sözü vererek yetkiyi almıştır, toplum da bunun hesabını sormaktadır aslında. Dolayısıyla yaşadığımız süreçte ne AKP aşırı üzülmeli, ne de meclisteki ve meclis dışındaki muhalif siyasi partiler sevinmelidirler. Aslına bakarsanız, sessiz gibi görünen toplumun yıllardır vermeye çalıştığı bir mesaj, apolitik olmakla suçladığımız gençliğin –belki de farkında olmadan- gösterdiği bir duruş var. Bunu anlayan var mı derseniz, o yok işte… Şöyle bir yakın geçmişi tarayalım: İhtilal sonrası, hem de egemen gücün gösterdiği hedef başka olmasına rağmen tek başına iktidarı yakalayan ANAP’ın tek sihiri vardı; Özal’ın kalıplaşmış siyasetçi formundan uzaklığı ve iki elini başının üstünde birleştirerek verdiği toplumsal uzlaşı mesajıydı. O iki elin birleşmesini istediğiniz gibi algılayabilirsiniz. Sağ-sol, laik-antilaik, Türk-Kürt… Kim hangi ayrışmadan muzdaripse onun yok olacağının sembolüydü. 70’li yıllarda kardefl kavgalarından canı yananların beklentisine verilen cevaptı. Ne zaman ki Özal (ANAP) hanedanı ayrıcalıklı bir zümre olarak toplumdan uzaklaşmaya başladı; büyü bozuldu ve ANAP siyasi tarihin tozlu raflarındaki yerine kaldırıldı. Hemen ardından iktidar treninin lokomotifine geçen DYP-SHP koalisyonu ile başlayıp DSP-MHP ortaklığına kadar devam eden süreçte halk hep aynı mesajı verdi: ‘Kavga ve ayrışma istemiyorum.’ Ve fakat, siyasi partiler ve siyasiler değişse de zihniyet değişmedi bir türlü. Güç kimin elindeyse diğeri ezildi. Ezilen güce kavuştu, ezen olmayı seçti. Toplum siyasetten, siyasiler toplumdan uzaklaştı. En son, mağdur görünümüyle AKP baş tacı edildi. İlk başlarda uzlaşmacı ve uysal tavrıyla, biraz da acemiliğine tanınan toleransla tek başına iktidar olarak bu güne kadar geldi. Ancaak… Geldiği noktayla AKP’yi iktidara taşıyan dinamikler arasındaki dağlar kadar fark, en son Gezi Parkı’ndaki patlamaya sebep oldu. 2003 yılında kimsenin özel yaşam sınırlarında gözü olmadığı, tek derdinin kendi inanışını özgürce yaşamak olduğu savıyla aldığı gücün etkisi kısa sürede AKP’yi de sarhoş etti. Zaten suskun muhalefetin içinden çıkan bir kaç sesi de yok etmek üzere düğmeye bastığı an, AKP için de geri sayımın başladığı zaman oldu aslında. Suskunluğun giderek artışının aslında bu tavır değişikliğine tepki olduğunu anlayamadılar. Sınırları zorladıkça insanlar sessizleşti, insanlar sessizleştikçe AKP snırları zorladı. Üç çocuk gibi masum sayılabilecek söylemden kürtaj yasağına, şarap yerine üzüm yenmesi tavsiyesinden sıkı alkol yasaklarına ve ayranın milli içki ilan edilmesine; hamile kadının sokakta dolaşmasından şort-etek boyuna kadar gelindi. Süreci iyi okuyamayan ya da Başbakan’dan gizleyen danışman ordusu da (evet, neredeyse bir ordu kadar danışman kadrosu var hükümette) meselenin zurnanın zırt dediği yere, yani Gezi olaylarına ulaşmasında en önemli etkendi. Diyeceksiniz ki ‘madem halk rahatsız, neden üç dönem üst üste yetki verdi?’ Çünkü halk çaresizdi, AKP alternatifsizdi. Çünkü AKP karşısında halka alternatif olarak gösterilenler, önceden denenmişler ve denendiği zamandan bu yana kendini geliştirememiş siyasal yapılardı. Örgütlü yapıların meydanlarda attığı sloganlar hala 80 öncesini çağrıştıran, kavgacı ve ayrıştırıcı ideolojilerin üretimi. Siyasi partiler kulüp tarzı, kapalı yapılarını sürdürmekte inatçı. Genç, dinamik ve iş bitirici insanları desteklemek yerine ‘yılanın kafası küçükken koparılmalı’ şiarıyla kendini gösterenin dışlandığı, tutucu geleneksel siyasetten gram sapma yok. Baykal gidiyor ekibiyle, Kılıçdaroğlu geliyor ekibiyle… Bahçeli tek adam rolünde, asker disipliniyle astın üste itirazı imkansız… BDP deseniz, eşbaşkan çok ama asıl merkez belli ve ellerine bulaşan kan gizlenemeyecek kadar bariz… İşçi Partisi, toplumsal muhalefet nereden eserse rüzgara gore yön değiştiriyor. Dün tetöristbaşıyla yemek yerken bugün Türk bayrağıyla meydanlarda. Samimi değil. Herkes; sağcısı solcusu, dincisi milliyetçisi bundan şikayetçiyken durumdan şikayet etmeyen tek kesim var: Siyasetçiler… Meydanlarda atıp tutanlar, meclisten içeri adımını attığında birden unutuveriyor söylediklerini.Koltuğu kapanın aklına ne seçim sistemini değiştirmek geliyor, ne barajı indirmek için uğraş veriyor. …. İşte bu nedenle, Gezi tek bir siyasi parti ve ideolojiye karşı değil, düzene karşı bir halk tepkisidir. İnsanların bütün kurumlardan umudu kestiğinin göstergesidir. Çünkü ne asker ne parti, ne sendika, ne gazete… toplumun sesine sözcü olamıyor. Olmuyor. İşte bu nedenle, artık yeni bir siyaset anlayışı, yeni bir siyasetçi kimliği ve yeni bir siyasi parti arayışındadır halk. Bunun da sadece tabela değiştirerek olmayacağının bilincindedir. Bu fotoğrafı doğru okuyamayan, değil Atatürk’ün partisi, allame-i cihan olsa yarının Türkiye’sinde yer bulamaz. -Bülent PINARBAŞI-