19 Ekim 2010 Salı

Yeni Akım: İNTERNET EDEBİYATI

Geçtiğimiz günlerde internet üzerinde kurulmuş bir sanat grubunun düzenlediği panelde, panelistlerden Veysel Çolak sözkonusu grubu sanatçı kabul etmedi, "siz 'sanal'sınız... herhangi bir tüzel kişiliğiniz yok" dedi.

Kendince haklıydı... Teknolojiden uzak, kendini yazıya adamış, yeniliklerden habersiz yaşayan bir sanatçının internetteki bu taze kaynağı görmezden gelmesi normal karşılanabilir. Ama inkar edilemez bir gerçek var ki "internet kuşağı" sanatçıları gümbür gümbür geliyor.

Bir zamanlar basılı dergilerin kıyısından geçmeye cesaret edemeyen bir sürü "ürkek serçe" internet sayesinde kendilerini gösterebilme ve geliştirme imkanı buldu. Şimdilerde çoğunun basılı kitabı, bir zamanlar kapısından girmeye korktukları dergilerde yayınlanan sayfa sayfa şiirleri-yazıları var.

Her edebi akım başlangıç döneminde reddedilmiş, kabul görmemiştir. Ancak... ikinci yeni'den sonra belki de en geniş kitle hareketi sayabileceğimiz internet sanatçıları ile edebiyatın soluğu daha bir kuvvetlenmiştir.

Teknoloji geliştikçe ve sanatın genelgeçer kurallarını zorladıkça sanal ile gerçek arasındaki fark da giderek azalmakta. Artık sanal sanatçılar "gerçek" ürünleriyle realitenin içine sızıyorlar. Bu durumdan en çok rahatsız olanlar ise sanatı geçim kapısı yapmış olan "tüccar" anlayışlı dergi sahipleri.

Bir zamanlar eseri yayınlanan sanatçıya telif ödenirken, bu günlerde artık sanatçılar yazılarını yayınlatabilmek için dergi sahiplerine bedel ödemekteler. Oysa internet grubunun kimseye minneti yok. Çünkü adını duyurmak için dergilerden daha geniş kitleye hitap eden bir mecraya sahipler. Hal böyle olunca sanatın kaymaklı kısmında gözü olanların tepkisini çekmeleri de doğal elbette.

Ancak devran döndü ve yeni kuşak yatağını buldu, gürül gürül geliyor.


Kabul edilse de, edilmese de...


(Bu yazı, 2006 Kasım ayında yazılmıştır)

18 Ekim 2010 Pazartesi

SEN DEDİN, BEN ÖLDÜM...

Bana kollarını uzatsan biraz 
Sana kul olurum seven ne yapmaz

Uzaktan geçen bir yolcu gemisinin dalgalarıyla dövüyorsun ruhumun yosunlu ve sarp kıyılarını. İçli denizci seslerinden sevda türküleri yankılanıyor tuzlu suyun her kabarışında ve her aklıma gelişinde. Oysa ben şarkı söylemek yerine o şarkıyı yaşamak istemiştim yalnızca, masumca...

Gel öldür bu ömür böyle tükensin
Sana bin can feda seven ne yapmaz


Sen, yüzünü döndüğün maviliğe doğru her gün bir adım daha ilerlerken, benim için her gün bir adım daha ulaşılmaz oluyordun. Çaresiz, elim kolum bağlı bekliyordum makus kaderi, ufukta kendini yok edeceğin o malum zamanı... Yokluğun yokluğum olacaktı, biliyorum. Sensizliğe ayarladım ömrümün saatini ve tik takların tükenmesini beklerken yazmaya başladım sana dair bende olanı...

Bu gönül uğruna neye katlanmaz
Öl desen ölürüm seven ne yapmaz


"İstediğin her şey"di yaşama sebebim ya da "istemediğin hiçbir şey". Göz hizanda duran varlığım sadece senin olmamı istediğin süre kadar ve olmamı istediğin şekilde kalacaktı. Ve bir gün... "ol" yerine "öl" diyecektin istemesen de. Şerefli bir madalya gibi boynuma asacaktım sonra ben de ağzından çıkan tek kelimelik yaftayı.

Gel öldür bu ömür böyle tükensin
Sana bin can feda seven ne yapmaz


Verilmiş bir söz bu, sonucu bilinerek başlanmış bir lades. Tıpkı, kanatlarını güneşe yönelten İkarus gibi, üç gün kelebek olmak için kozasını ören aceleci tırtıl gibi, yalancı bahara çiçeklenen erik ağacı gibi... Neyse yaşanacak olan yaşanmalı. bir gün, bir yıl, bir mevsim, asır ya da bir dakika... Neyse o, ama dolu dolu...

Neden diye sorma; "öl dedin, öldüm..."

16 Ekim 2010 Cumartesi

BİZ DE ERGENEKONCU MUYUZ?..

Demokrasinin ve hukuk kurallarının çiğnendiği günler yaşamaktayız.

Bir demokratik hak olarak vatanını ve Atatürk devrimlerini korumak için meydanlara inen, 13 kez tekrarlanan Cumhuriyet mitinglerinde endişesini dile getiren halk ve önderlerine karşı başlatılan sindirme, yıldırma ve yıpratma operasyonuyla dalga dalga, onlarca aydın gözaltına alınmış, mitinglere destek veren ve öncülük eden demokratik kitle örgütlerinin binaları ve yöneticilerinin evlerinde aramalar yapılmış, evrak, kayıt ve diğer belgelerine el konulmuş, hukuk dışı telefon dinleme ve delil toplama yöntemleriyle olmayan bir suç ve suçlular yaratılmaya çalışılmıştır.

Ulu önder Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nde Atatürkçülük bölücü bir ideoloji, Atatürkçüler ise terörist olarak damgalanmıştır. Öyle ki, bazı kişilerin suç isnatlarında "evinde Bursa Nutku bulundurmak" gibi garabetler iddianameye girmiştir.


Tek amacı her türlü tehdide karşın Misak-ı milli sınırları içerisinde vatanın bölünmez bütünlüğünü savunmak olan Cumhuriyet Mitinglerine katılan halk darbecilikle suçlanmış, var olan iktidarın karşısındaki her muhalif ses aynı çanakta eritilerek bir kavram kargaşası ve akıl karışıklığı yaratılmaya çalışılmıştır.

Ne idüğü belirsiz tanıkların ne şekilde alındığı belli olmayan ifadelerine dayanarak, delilden suçluya gitmek yerine önce suçlu ilan edip ardından suçu ispat etmeye çalışan zihniyet aynı zamanda bu güne kadar görülmemiş bir hukuksuzluğun ve yasa tanımamazlığın da baş aktörü olmuştur.

Ne insan hakları, ne de özel yaşamın dokunulmazlığı gibi kavramların hiçbir anlam ifade etmediği bu süreçte yaşananlar, adında "adalet" kelimesi barındıran iktidar partisinin yüz karasıdır, gerçek yüzüdür.

"Ucu açık" diye ifade edilen yargılanma sürecinde aylardır sağlıksız koşullarda tutuklu bulunan yurtseverlerin daha ne kadar bu süreç belirsizliğinde kalacakları ve daha ne kadar böylesi psikolojik baskılara maruz kalacaklarının da "ucu açık"tır.


Demokratik kitle örgütleri, silahlı kuvvetler ve medya kuruluşları mensuplarının ardından, Türkiye'nin aydınlık geleceğini yaratmaya çalışan kuruluşlar ve üniversitelere kadar uzanan "Ergenekon" garabeti giderek genişlettiği bu çemberle halk üzerinde büyük bir korku, yılgınlık ve ümitsizlik dalgası yaymaktadır. Artık dinlenme korkusuyla hiç kimse telefonlarda bile rahatça konuşamamakta ve neredeyse en yakın aile bireylerinden dahi şüphe edecek duruma gelmektedir.

Susurluk artıklarıyla Cumhuriyet ve demokrasimizi korumak için mücadele edenleri aynı dava kapsamında gözaltına alıp, şimdiye kadar çözülmemiş ne kadar faili meçhul varsa, ülkenin başına musallat olmuş ne kadar bölücü faaliyet ve kaynağı belirsiz terör örgütü varsa hepsi bu varlığı kanıtlanamamış örgütün marifetiymiş gibi gösterilmeye çalışılarak, "yandaş" medyanın da katkılarıyla bütün aydın ve vatanseverlerin ismi karalanmakta, lekelenmeye çalışılmaktadır.

Ancak bunu yapanlar; emperyalist güçlerle işbirliği yaparak kendi faşist iktidarını sağlamlaştırmaya çalışanlar bilmelidir ki, atmaya çalıştıkları çamurlar "vatan, namus, ahde vefa" için kendisini öne atmış ulusalcıların üzerine yapışmayacak, ama o çamuru atan eller hep lekeli kalacaktır.

Bizler; Mustafa Kemal Türkiye'sinin ilerici çocukları ve bu vatan topraklarının yılmaz bekçileri olarak şimdi soruyoruz:

"Biz de Cumhuriyet Mitinglerine katıldık. Bizler de Ergenekoncu muyuz?"...

11 Ekim 2010 Pazartesi

ŞU BİZİM ERMENİ MESELESİ

1926 yılında basılan Büyük Sovyet Ansiklopedisi'nin üçüncü cildinde bizleri çok yakından ilgilendiren bir yazı yayımlandı. V. Gurko-Kryajin imzasıyla yer alan metnin başlığı "Ermeni Sorunu" idi. Söz konusu yazının Türkçe çevirisi 1998 yılında Aydınlık, 2005 yılında da Berfin Bahar Dergisi'nde yer almıştır. Bizler için önemi ise, henüz olaylar sıcakken ve tarafsız bir kalem tarafından yazılmasından kaynaklanmakta. 

Bu metne göre; Ermeni sorunu, büyük devletlerin Türkiye'nin zayıflatılması ve daha kolay sömürgeleştirilmesi arzusuyla ortaya çıkıyor. Oysa o yıllarda Türkiye Ermenileri'nden çiftçilikle geçinen Doğu Anadolu'dakiler haricinde sıkıntısı olan yok. O bölgedeki sorun ise, hızlı nüfus artışıyla yerleşik hayata geçen ve dağlık bölgelerde topraksızlık nedeniyle Ermeni çiftçileri göçe zorlayan, topraklarına el koyan Kürtlerden kaynaklanıyor. Kürtlerle kan davasına dönüşen, katliamlara yol açan bu tablo, durumdan vazife çıkaran Rusya ve Rusya'nın bölgedeki nüfuzundan rahatsız olan İngiltere'nin de müdahil olmasıyla içinden çıkılmaz şekle bürünüyor. 

Ancak; Rusya'nın desteğini çekmesiyle İngiltere de Ermenileri bırakmış, Türkiye Ermenileri için zor günler başlamıştır. Özellikle 1890'lı yıllarda Kürtlerin baskısının artması neticesinde Rusya'da kurulan Hınçak ve Taşnaksütyun partileri Türkiye'ye propagandist ve ajitatörler göndermiş, gerilla grupları oluşturmuştur. Ermenilerin bu gerilla hareketine ise Türk hükümeti çok sert yanıt verdi. Batı ülkeleri bu olaylara mesafeli yaklaşmasıyla diğer ülkelerden beklediği desteği bulamayan Taşnaksütyun partisi, bu kez Osmanlı İmparatorluğunun muhalif partileriyle 1907 yılında Paris'te bır dizi kongre yaptı ve bu kongrelerde devleti devirme planı kabul edildi. 

Bir dizi görüşmeden sonra Ermeniler Rusya'nın da baskısıyla 1914 yılında Doğu Anadolu bölgesinde reform yapılmasını öngören bir anlaşmayı Türklere imzalatmayı başardı. Buna göre Ermeniler geniş bir özgürlüğe kavuşuyor, yönetimde, dilde, askerlik ve diğer alanlarda bu reformların büyük ülkelerin kontrolü altında yapılması gerekiyordu, özellikle Rusya'nın. Ancak, akabinde başlayan 1. Dünya Savaşı ile Rusya kendi derdine düşünce, bu desteği kaybeden Ermenilerin durumu daha kötüleşti. Ama 'Büyük Ermenistan' hayallerinden vazgeçmeyen Ermeniler Türk ordusundan kaçan askerlerle gönüllü çeteler kurarak Türk hükümetine karşı eyleme geçtiler. Bu çatışmalar sırasında bir grup Ermeni hayatını kaybetti, bir bölümü Rusya'ya kaçtı, bazısı da Müslümanlığı kabul etti. 

Rusya'daki 1917 devrimi Ermenilerle Ruslar arasında yeni bir ilişkiler zinciri başlattı. Ermeniler, 1. Dünya Savaşı'nda Rusya tarafından işgal edilen Türk topraklarının Rusya'da kalmasını talep etti. Hemen arkasından bölünmüş üç cumhuriyet birleştirilerek Transkafkasya Birliği kuruldu, yeniden Türk-Ermeni tartışmaları gündeme geldi. Taşnakların Ermeni Cumhuriyeti Kars ilini, 18. yüzyılda Erivan kazasından gasp olunmuş toprakları vs. Ermenistan'a dahil etti. Bununla da yetinmeyip Gürcistan ve Azerbaycan'ın da bir bölümünde hak iddia ettiler. İngilizlerin Transkafkasya'yı işgali sırasında buraları da zorla topraklarına dahil etmek istemeleri üzerine uzun ve kanlı savaşlar çıktı. O sıralar bütün gücünü Rusya'yla arasındaki savaşa harcayan İngiltere'den de bekledigi desteği alamayan Ermenilerin bölgedeki nüfusu % 20'den fazla azaldı. 

1919 yılında İran'la anlaşması ve İstanbul'un işgaliyle Ortadoğu'daki durumunu sağlamlaştıran İngiltere Ermenilere karşı daha mesafeli davranmaya başladı. 1921 yılında St. Remo konferansında Batı Avrupa'dan ABD'ye devredilen Ermeni sorununda Amerikalılardan da beklediği desteği bulamayan, 1920 yılında Ankara hükümetinin Kilikya'ya gönderdiği orduyla köşeye sıkışıp barış imzalamak zorunda kalan Fransa'nın bölgeyi terk etmesiyle iyice yalnızlaşan Ermeniler, şovenist-ırkçı politikalarını yine de sürdürdüler. Öncelikle Rusya ve Ankara Hükümeti arasında gelişen dostluk ilişkilerini bozmaya çalışan Taşnaklar, aynı zamanda Türk hükümetinin batı bölgelerinde yeni açtığı cephelerde Ankara'ya karşı harekete geçti, İngilizlerden elde ettikleri silahlarla Doğu Anadolu'da Müslümanlara karşı soykırıma başladı, pek çok yerleşim bölgesini yakıp yıktı. Türkler de Karabekir ve Halil Paşanın birlikleriyle sert bir şekilde karşılık verdi. Bütün ordusu dağılan Ermenistan anlaşma yapmak zorunda kaldı ve işgal ettiği bütün topraklardan çekildi, bu günkü Türkiye Ermenistan sınırı çizildi.
 

**********

Yukarıda özet vermeye çalıştığım olaylardan da anlaşılacağı üzere, ortada bir "gerçek sorun" olsa çözüm bulmak kolay olacak. Asıl sorunumuz ise, "olmayan bir soruna çözüm üretememek"ten kaynaklanıyor. Batılı devletlerin iç politika malzemesi olarak kullandıkları Ermeni meselesi, politikacıların kendi ülkelerinde dahi alaya alınmalarına yol açmakta. Bu nedenle geçtiğimiz yıllarda Fransa'da kabul edilen karar tasarısının ardından Fransız tarihçi-yazar Jean-Michel Thibaux, ülkesini protesto için Türk vatandaşı olmak istediğini söylemişti. Bunun icin Amerikan senatosu televizyonların komedi şovlarına konu olmakta, basın kuruluşları basiretsiz ve tutarsız politikacılarını yerden yere vurmakta. 

Hal böyle ama, biz yine de Pontus ve Süryani meselelerinin de yakın zamanda karşımıza çıkarılması ihtimaline karşı hazırlıklı olalım...

4 Ekim 2010 Pazartesi

CEMAAT NEYLESİN?..

Diyarbakırlı imam, Bodrum'da kokain satarken yakalandı

Alaattin Tofan, polislere "Ben imamım. Benimle uğraşmayın. Sizi üfleyerek bağlarım, Hareket edemezsiniz, kokainman olursunuz. Buraya tatile gelmiştim. Parasız kalınca üzerimizdekileri satıyorduk" dedi. (Hürriyet, 26 Temmuz 2006)


İmam esrar satmak isterken yakalandı

Muğla'da, Yaraş Köyü'nde görev yapan 37 yaşındaki imam E.Ö. polise esrar satmak isterken suçüstü yakalandı. E.Ö'nün esrarı görev yaptığı caminin arkasında bulunan tarlada yetiştirdiği tespit edildi. (Hürriyet, 1 Ekim 2005)


İmamın bahçesinde 88 kök hint keneviri


Bolu'nun Mengen İlçesi'ne bağlı Kuzgöl Köyü imamı Selami Demirok'un (48), oturduğu lojmanın bulunduğu köy konağının bahçesi ile Avşar Köyü'ndeki evinin bahçesinde hint keneviri yetiştirdiği ihbarını alan İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri baskın düzenledi. (Hürriyet, 2 Temmuz 2004)


Pornocu imam


Aydın'ın Nazilli ilçesinde, küçük yaştaki çocuklara cep telefonundaki porno görüntüleri seyrettirdiği iddia edilen köy imamı, çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. (Hürriyet, 25 Nisan 2006)


Kuran öğrencisine iç çamaşırı hediye eden imama tahliye


Mersin'de merkeze bağlı Mezitli Beldesi'ndeki Fatih Camii'nde Kuran kursu öğrencisi 14 yaşındaki F.M'ye kırmızı iç çamaşırı hediye ettiği iddiasıyla 50 gün önce tutuklanan cami imamı 37 yaşındaki Veli Çelik, ailenin şikayetinden vazgeçmesi üzerine mahkeme ara kararıyla tahliye edildi. (Hürriyet, 18 Eylül 2005)


Öğrencisine tecavüz eden imama 10 yıl hapis


Samsun'un Kavak ilçesinde Kuran Kursuna gelen kız öğrencisini alıkoyup tecavüz ettiği iddiasıyla daha önce 10 yıl 10 ay hapse mahkum olan sanık, Yargıtayın bozma kararı üzerine yeni TCK hükümlerine göre yargılandığı davada aynı cezaya çarptırıldı. (Hürriyet, 17 Nisan 2006)


Liseli kızla birlikte olan imam tutuklandı


Ümraniye'deki Yenidoğan Hz. Ebubekir Camii'nin 39 yaşındaki imamı H.Ç., 14 yaşındaki liseli kız öğrenci N.A'yı alıkoymak suçlamasıyla tutuklandı. (Hürriyet, 29 Ekim 2006)


İmam özürlü çocuğa tecavüz etti


Bilecik'in Söğüt ilçesinde İ.C. adlı cami imamı, 15 yaşındaki zihinsel engelli M.Y. adlı erkek çocuğa tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklandı. (Hürriyet, 31 Mayıs 2007)


Tacizci Kuran kursu müdürü çıktı


KIRIKKALE'de, Kuran kursu da verilen özel bir erkek öğrenci yurdunun müdürü 32 yaşındaki M.M., arabasına aldığı ilköğretim okulu öğrencilerini taciz ettiği iddiasıyla gözaltına alındı. Adliyeye sevkedilen M.M., çıkarıldığı nöbetçi mahkemede tutuklanarak cezaevine gönderildi. (Hürriyet, 10 Kasım 2007)


Köy imamına cinayetten 12 yıl hapis


Trabzon'un Beşikdüzü İlçesi'ne bağlı Anbarlı Köyü'nde, bir kişiyi öldürdüğü suçlamasıyla yargılanan köy imamı, 12 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. (Hürriyet, 23 Aralık 2005)


Kaplancı imamın evinde porno DVD'ler bulundu


Konya İl Jandarma Komutanlığı istihbarat ekipleri, Selçuklu ve Meram İlçeleri'nde küçük yaştaki çocuklara yatılı olarak dini eğitim verilen şeriatçı 'Kaplancılar' örgütüne ait 2 örgüt evi belirledi. Yapılan operasyonda örgütün Konya İl sorumlusu olduğu iddiasıyla 13 kişiyle birlikte gözaltına alınan 75 yaşındaki emekli imam Hüseyin Sarı'nın evinde porno DVD'ler ve gizli kameralar ele geçirildi. (Hürriyet, 4 Mart 2004)


İmamdan 'üflerim şişer kalırsın' tehditi


Bolu'da, cami ihtiyaçlarını karşılamadığı gerekçesiyle Siteler Camii'ni yaptıran Bolu Kültür ve Yatırım Vakfı üyelerinden Ali Öztürk'e, "Sen hiç hoca dayağı yedin mi? Seni bir okur üflerim, ne işeyebilirsin, ne büyük abdestini yapabilirsin, şişer kalırsın" diye tehdit ettiği iddia edilen İmam Ömer Dindar hakkında soruşturma başlatıldı. (Hürriyet, 7 Şubat 2006)


İmam eski kilisede kaçak kazı yaparken yakalandı


Kayseri'de bir ihbarı değerlendiren Melikazi İlçesi Gesi Beldesi jandarma ekipleri, önceki gün saat 22.00 sıralarında Kayabağ Mahallesi'ndeki Ermeni kilisesine baskın düzenledi. (Hürriyet, 7 Kasım 2006)


2 imama kaçakçılıktan gözaltı


İzmir'in Karşıyaka İlçesi'nde biri emekli 2 imam, tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddiasıyla gözaltına alındı. (Hürriyet, 12 Mayıs 2004)


Zimmetçi imamın 15 yıl hapsi isteniyor


Adana'da, Pakistan'daki depremzedelere yardım için toplanan paraları zimmetine geçirdiği iddia edilen imam 47 yaşındaki Cuma Sarı, 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanmaya başladı. (Hürriyet, 4 Ekim 2006)


Emekli imam camiyi soydu


Konya'da emekli imam 52 yaşındaki Ali Rıza Değirmenci, Meram'daki bir camiden halı, kilim ve pirinç şamdan çalarken yolda kar temizliği yapan işçilere yakalandı. (Hürriyet, 28 Aralık 2002)


İmamın yalanı DNA'ya takıldı


Cinayeti arkadaşının işlediğini iddia eden imam, kurbandan gasp edilen paranın üzerindeki kanın kendisine ait olduğu DNA raporuyla ortaya çıkınca şok oldu. (Hürriyet, 25 Ekim 2003)


***


Hepinizin bildiğine emin olduğum meşhur bir söz vardır hani: İmam yellenirse cemaat hacet giderirmiş.


Buyrun, hal-i pür melalimiz...

BENİM "YAZLIK" SİNEMALARIM

- Buyur bey, kahven…
- Hayırdır Letafet? Sen kolay kolay ben söylemeden kahve yapmazdın. Ne istiycen de bakem?..
- A aaa.. Günahımı alma Himmet, daha geçen hafta da yaptıydım ya.
- Hıhı… Sonra da benden tırtıkladığın paralarla aldığın pazen geceliğini gösterdindi, hatırlamaz mıyım.
- Tırtıklamadım, mutfak masrafından kıstımdı o paraları ben.
- Helbet… Kaç zamandır fasulyeyi etsiz çorbayı salçasız pişirmenden belli nasıl kıstığın.
- Aman… Sana da iyilik yaramaz zaten. İçmeyeceksen dökerim , töbe töbe…
- Tamam tamam, getir hele. Bi de küllük getir de keyif cıgarası tellendireyim bari.
- Peki… Beey…
- Hıı?
- Şey…
- Karı geveyleyip durma lafı. Tamam, hazırım… çıkar bakalım şu baklayı ağzından.
- Dün akşam Sıdıkagiller sinemaya gitmişler. Pek bi güzelmiş film. Haydar bile beğenmiş, hatta o akşam Sıdıka’yı dövmemiş.
- Hah… Şimdi anlaşıldı kahvenin kerameti...
- Hani diyorum ki hava da güzelken… Ali Efendi’den de 250 gram çekirdek alsak… hani çıtlata çıtlata… Termosnan çay da alırız yanımıza. Hı?
- E hadi iyi bakalım. Hazırlanın. Çocuklara da söy…
- Hazırız biz. Kerem Ali Efendiye gittiydi zaten. Ayşe de çayı termosa döküyor.
- ...

***

- Himmet böyle mi gideceksin sinemaya? Ayıp bey…
- Nesi ayıpmış? Elin adamı herkesin ortasında cıbıl kalıyor ayıp olmuyor da benim pijamayla gitmem mi ayıpmış?
- Destur bismillah. O film bey. Cıbıl gezinen de artiz.
- Ben anlamam. İşinize gelirse. Ya da kırın bacağınızı oturun evinizde. Hem televizyonda da Küçük Ev vardı, onu seyrederiz.

***

- Lan Haydar… Siz dün gelmemiş miydiniz bu filme? Pek beğendin de bi daha mı geldin yoksa?
- Olur mu lan. Sıdıka dedi, asıl siz gelmişsiniz dün, pek beğenmişsiniz.
- Letafeeeeettttt!....
- Şeyyy… Kem.. küm… Ben yanlış anlamışım herhalde bey. Çayını soğutma hadi. Bak ışıklar da söndü, başlıyo film.
- Eve gidince sorarım sana bunun hesabını karı. Serin serin vantilatör karşısında Lora’yı seyretmek varken…
***

- Kız Sıdıka sen de mi aynı yalanı uydurdun gözü kör olmayasıca?
- Heya. Ne yapem, başka türlü gıçını kaldırmıy ki bizimkisi. Kış uykusuna yatmış ayular gibi koltuğun üstünde bütün gece homur homur homurdaniy.
- Kikiki
- Kikiki

***

- Kız Ayşe… Nereye bakıp duruyorsun sen öyle? Film bu tarafta oynuyor.
- Aman Kerem, nereye bakıcam? Filiz’nen abisi de gelmiş de onlara selam verdiydim.
- Bana bak zaten kulağıma bişeyler çalındıydı.. Bi daha öyle sağa sola göz süzüp fingirdeştiğini görürsem kırarım kemiklerini. Hatta kırdıktan sonra üstüne babama da söylerim iliğini kemiğinden ayırır Allah’ıma kitabıma…
- Aman iyi be… Ben de Filiz’nen senin aranı yapmam o zaman. Hem de gizli gizli sigara içtiğini söylerim babama. O çorabındaki paket ne?
- Sus kız… Tamam… Şişşt Ayşe… Filiz’in de bende gönlü var mı kız, sordun mu?
- Bilmem ki… Beni babama söylicen mi?
- Sen hele bi Filiz’i razı et, gerisini düşünme bacıların hasosu…
- Tamam… Yarın ders çalışmaya diye gider konuşurum. Kikiki…

****

- Letafet, Fırıncı Musa’nın kızı kocaya kaçmış diyler, duydun mu gıı?
- Aman sus sus Sıdıka duydum vallaha. Zaten o kız yolluya benziyordu.
- Hee… Tevekkeli değil bizim oğlanlar hiç bi yere gitmez de ekmek almaya deyince seyirte seyirte giderlerdi. Kimbilir kaç denesine mavi boncuk dağıttıydı…
- Zavallı Musa’nın karısı da utancından evden dışarı adımını atmıyormuş kaç gündür. Gündeliğe bile gitmiyormuş birileri yolda çevirip kızını sorar diye.
- Ya ya… Allah düşmanıma vermesin vermesin böyle dert Letafet bacıı…
- Bana bak kız, yarın geçiyorduk uğradık diye gidip bi ağzını yoklayalım mı?
- Tamam, gidek… Haydar’a seninle aşurelik buğday bakmaya çarşıya ineceğimi söylerim.
- Tamam. Kikiki…

***

- Lan Haydar, Meyhaneci Halil iki yeni konsomatris getirtmiş gördün mü?
- Şşşt… sus be Himmet, karıları işkillendirecen. Akşamdan akşama üç kuruşluk zevkimiz var, onun da içine edecen.
- Onlar film seyrediyor oğlum duymazlar bizi.
- Sen bilmezsin, bizimkinin kulakları askeriye telsizi gibidir hemi vallah hemi billah. Hişt… Lan… Ama işini biliyor bu keraneci değil mi? İkisi de ilik gibi mübarek.
- Tabi oğlum. Gemiynen Rusya’dan getirtmiş diyorlar. Süt gibi bembeyaz namussuzlar.
- Yarın akşama iş çıkışında bi uğrayıp hatırlarını sormak lazım.
- Tamam… Yarın akşam seninle bizim eski vardiya amirine ziyarete gidiyo olalım o zaman.
- Tamam, hehehe

****

- Off… Kuru sandalyenin üstünde kemiklerim kıçımdan çıktı vallaha Letafet…
- Ay öyle deme bey… Pek bi güzeldi film. Hemi temiz hava da almış olduk, fena mı.
- Öyle öyle… Güzeldi film. Haa… Yarın akşam geç gelirim ben. Haydar’lan bizim eski vardiya amirine uğrayacaz. Gönül koyuyormuş hiç uğramadık diye.
- Tamam bey; biz de zaten Sıdıka’ynan aşurelik almaya inecektik çarşıya. Ayşe de Filiz’le ders çalışacakmış, çok zor bi imtihanı varmış okulda.
- İyi iyi, çalışsınlar. Hadi yatalım, Allah rahatlık versin…
- Allah rahatlık versin…

1 Ekim 2010 Cuma

DAĞINIK BİR BÖLÜNME/ME YAZISI...

Hep söylüyorum, yine söyleyeyim: Ne doğunun, ne batının örnekleri bu ülkenin yapısıyla örtüşmez. Bu nedenle hiç kimse IRA'yı, ETA'yı örnek göstermeye kalkmasın boşuna.

Anadolu coğrafyası yüzyıllardır göç yolu olarak kullanılmış. Bu nedenle bizdeki kültürel zenginlik, mozaik yapı başka hiçbir yerde görülmez.

Doğaldır ki etkileşimler olmuş, karışma/kaynaşma gerçekleşmiştir. Bir kaç istisna dışında hangimiz ailemizde kesinlikle Kürt yoktur diyebiliriz? Ya da tam tersi, hangi Kürt bunun aksini iddia edebilir?

Bu göçebelik esnasında töreyi de, gelenek göreneği de kaynaştırmışız. Hatırlayın; daha 3-5 yıl öncesine kadar Nevruz'u sadece Kürtler kutluyordu lastikler yakarak, zılgıtlar çekerek...  Sonra bir baktık ki Azerbaycanda yıllardır kutlanıyor, en eski Türk şenliklerinden biriymiş... Şimdi her yerde kutluyoruz.

Lazı, çerkezi, çingenesi (roman demeye bir türlü alışamadım) aklınıza hangisi gelirse hepsi için aynı...

Bu nedenle anlayamıyorum ben. Birden çok resmi dilin konuşulmasına karşıyım ama, eğer bu ülkede İngilizce mağaza isimleri olabiliyorsa kürtçe de olabilmeli. Hiç çekinmeden yazılabilmeli.

Lazca eğitim öğretim dili değil ama bütün Karadenizliler biliyor Lazcayı. Konuşmalarında da bir engel yok kendi aralarında. Kürtçe için durum farklı mı?

Folklorik özellikleri her bölgenin kendine has ve hepsini zevkle izliyoruz. İzliyorduk... Terör belası çıkmadan önce olmayan korkular sardı insanları. İş yaptığım Kürt müşteriler bile yeşil-kırmızı-sarı renkleri bir arada görünce hemen değiştirmemi istiyor şimdi.

Düne kadar kimse kimsenin etnik kökenini bilmezdi, merak etmezdi. Ancak lakaplarda geçerdi "Kürt Memet", "Çerkez İsmail" vs. Kürt kelimesi yüceltici bir şeydi, doğruluğu, dürüstlüğü temsil ederdi, çocukluğunuzu hatırlayın.

Fakirlikse, ülkenin dört bir yanında yaşanıyor, hep birlikte... İzmir'in metropole en yakın köylerinde çıplak ayakla okula giden çocukların resimlerini görseniz yüreğiniz dayanmaz. Bu ayrımcılık değil, aksine, kader ortaklığımız bizim. İşsizlikse her yerde... İşi olmadığı için evlenemeyen gençler, alacaklarını toplayamayıp borcunu ödeyemediği için gurur meselesi yapıp intihar eden iş adamları üçüncü sayfaların alışılagelmiş haberleri oldu artık.
...

Peki nedir bizleri bu duruma sokan? Fırsatını yakalasak birbirimizin gözünü oyacak hale nasıl geldik?

Siz ister misiniz oğlunuzun askerde çatışmaya girmesini?

Terörist de olsalar onların da ana babası var, onlar da istemez gözbebeklerinin bile bile kör kurşunların üstüne gitmesini...

Peki sebep?..

Sebep çok basit...

Bölgedeki feodal yapı ve rant kavgası...

Bir kısım aşiret, devleti almış arkasına, kendi köylüleri için aldıkları yardım ve teşviklerle sefa sürüyor, bir kısım aşiret de kaçakçılık, uyuşturucu ve silah ticaretiyle gününü gün ediyor.

Tabii öte yandan terörle mücadele için silahlanmaya dünyanın büçesini ayıran devletin bu zafiyetini kullanan silah satıcıları da üstüne tuzu biberi bu işin.

Devlet bölgeye yatırım götürmüyormuş, hikaye... O bölge için düzenlenen yatırım ve teşvik planları, ayrılan ödenek hiçbir bölgeye verilmiyor. Ama bu paralar maalesef yatırıma değil, doğrudan ağanın kasasına giriyor.

İşte sorun burada başlıyor... Bölgede sorun biterse, ağanın kasasına giren para azalır. Ağa bunu ister mi? İstemez. İstemezse ne yapar? Bir yandan devletin yanında görünür, servetine servet katar;  öte yandan gizli gizli bu meseleyi körükler...

Peki ağalık sistemi ve feodaliteyi çökertmenin yolu nedir?
Toprak reformudur...

Verirsin hazine topraklarını bölge insanına, ağasına ihtiyac duymadan ekmeğini kazanmasını sağlarsın; karnı doyan, işi olan adam da ne teröre bulaşır, ne devlete baş kaldırır.

Çok güzel diyorum da çözüm bu kadar basitse başımızdakilerin neden aklına gelmiyor, değil mi?..

Geliyor. Sürekli akıllarında... Ama elleri kolları bağlı.

Bu siyasi partiler yasası ve bu seçim sistemi olduğu sürece hiçbir parti babayiğitlik yapıp da aşiretleri kızdırmayı göze alamaz.

Bölgede siyasi parti teşkilatları aşiretlerin elindedir çünkü... Bakın meclise... Bölge milletvekillerinin hepsi ya ağa çocuğu, ya da akrabası... Teşkilatlara bakın, hangi aşiretin elindeyse parti, tüm delegeler aynı aşiret mensubu...

Eee... bu devran böyle mi gidecek?

Gitmeyecek tabii...

Eğitim şart diyoruz ya... Bölge insanı için gerçekten eğitim şart. Çünkü dışarıdan değil, ancak kendi içinden yıkılabilir feodalitenin surları... Orada, o yaşam koşullarına neden hapsolduğunu gösterebilirsek ilk adım atılmış olur.

Dünyanın neresine bakarsanız bakın, terörün olduğu yerde uyuşturucu ticaretinin, silah ve insan kaçakçılığının, rantın da kol kola gezdiğini göstermek, lisan-ı münasiple anlatabilmek kafi bunun için.


Azimle, yılmadan, taviz vermeden ama aynı zamanda baskı uygulamadan yürütülecek bir plan ile her şey düzelir, tekrar dönülür 30-35 yıl öncesinin huzurlu günlerine. 

 
Unutmayın; bazen çok karmaşık gibi görünen sorunların çözümü bu kadar basittir.