28 Ağustos 2010 Cumartesi

AGIZINA SAGLIK SAYIN GENERALIM...


Din bilginle dindar ve din savunucusu kesilen Vakit gazetesine bir din dersi vermişsiniz.
Vakit Gazetesi ve onun internet sitesi birkaç gündür TSK’ da eğitimin nasıl olması gerektiğine dair görüşlerini kendi kamuoyu ile paylaşıyor. Konuyla ilgili yorumların tamamına yakınını kendi düşüncesini destekleyenler arasından seçen Vakit Gazetesi'nin internet sitesine görüşlerini gönderen Emekli Tuğgeneral Hikmet Yaşar'ın e-postası bekleneceği üzere dikkate alınmadı. Demokrasi ve insan hakları aşığı (!) Vakit'in yayınlamadığı e-postanın ilk kısmı aşağıda
bilgilerinize sunuyorum.

***

Sayın Haber Vaktim Editörü,

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde Eğitim konulu yazı dizisine başlayacağınızı belirtiyor ve bazı açıklamalarda bulunuyorsunuz. Söz konusu açıklamalarınızda özetle:

"Subayların, bugünkü eğri ya da doğru bu duruşlarının nedeninin, aldıkları ve alamadıkları eğitimin eseri olduğunu" söylüyorsunuz.

Toplumun önemli bir bölümünde; "Subaylarımız başörtüsüne karşı, Kur'an kurslarına karşı; muhafazakâr partilere, muhafazakâr Sivil Toplum Örgütleri'ne, gazete ve televizyon kanallarına mesafeli, muhafazakâr parti, STK ve medya organlarını takip eden halka da karşılar.
Kısacası toplumun çok önemli bir bölümüne karşılar" kanısı hâkim diyorsunuz.

Kendi kendinize bir dizi soru sorup cevabını da kendiniz vermek suretiyle; "Bu algılamanın toplumda durduk yerde oluşmadığı, Türk subaylarının DİNE VE SİYASETE ÇERÇEVE ÇİZME dürtüsüyle yetiştirildiği ve TSK'deki eğitim sisteminin temelinde bunun olduğu" sonucuna
ulaşıyorsunuz.

"Yazı dizinizi okurken yer yer çok şaşıracağımızı, yer yer çok kızacağımızı ve "Peygamber Ocağı" olarak gördüğümüz, görmek istediğimiz TSK'mizin acı gerçekleri ile yüzleştiğimizde,
yakıştıramayacağımızı ve üzüleceğimizi" vurguluyorsunuz.

"Uzman görüşlerine göre; ülkemizde ilköğretim ve liselerde okutulan zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi çocukların dini eğitimi konusunda yeterli olmuyor. Okullarda verilen eğitimin yetersizliğini gören aileler çocuklarına kendi gayretleri ile İslam'ı öğretmeye çalışıyor, özellikle Yaz aylarında Kur'an kursları dolup taşmakla birlikte, veliler özellikle Cuma namazlarına ellerinden tuttukları çocukları ile iştirak ediyorlar" diyorsunuz.





"PEKİ, YA SUBAY AİLELERİNDE DURUM NE?" sorusunu gündeme getiriyor ve yine cevabını kendiniz şöyle veriyorsunuz:

"Bu güne kadar "subayların, subay ailelerinin dini eğitimi" üzerine yapılmış herhangi bir araştırma, anket bulunmamaktadır. Bununla birlikte; halkın önemli bir bölümünde ailelerin kendi gayretiyle
edindiği dini eğitim KONUSUNDA SUBAY AİLELERİNDE İSE AĞIRLIKLI OLARAK İLKÖĞRETİM VE LİSEDE ZORUNLU OLARAK OKUTULAN VE HAFTADA BİR İKİ SAATTEN İBARET OLAN DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ İLE YETİNİLDİĞİ görülüyor" sonucuna varıyorsunuz.

"Aileler, namaz kılmanın, dini eğitim almanın, dini sohbetlere katılmanın "İRTİCAİ FAALİYET" olarak görülebildiği TSK'nın liselerinde, harp okullarında okuyan çocuklarını bunun dışında bir eğitime, kursa yönlendiremiyor" diyorsunuz.

"BİR BABANIN ASKERİ LİSEDE OKUYAN OĞLUYLA CAMİYE GİTTİĞİ NEREDEYSE HİÇ GÖRÜLMEMİŞ BİR OLAY" iddiasında bulunuyorsunuz.

"YİNE BİR AİLENİN ASKERİ LİSEDE OKUYAN OĞLUNU YAZ TATİLİNDE DİNİ EĞİTİM ALMASI İÇİN BİR KURSA GÖNDERMESİ NEREDEYSE İMKÂNSIZ" diyorsunuz.

Sayın Editör,

Yayınlayacağınız yazı dizisiyle, Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki eğitimi, tamamen dini açıdan irdeleyeceğiniz anlaşılıyor.

Öyleyse gelin okuyucularınıza, güzeller güzeli ve en mükemmel İslam dinimizin bazı temel kurallarını hatırlatalım. Böylece okuyucularınıza, yayınlayacağınız yazı dizisini İslami açıdan değerlendirme fırsatını da sunalım:

ALAK SURESİ 1nci, MÜZZEMMİL SURESİ 4ncü ve MUHAMMED SURESİ 24ncü ayetler, özetle; "...KURAN'I AĞIR AĞIR VE ANLAMINI İNCEDEN İNCEYE DÜŞÜNEREK OKUMAMIZI" emreder.

ENFÂL SURESİ 22nci, MÜMİNÛN SURESİ 80nci, EN'AM SURESİ 32nci, YÛNUS SURESİ 100ncü ayetler ve daha pek çok ayet ise; "...AKLIMIZI KULLANMAMIZI" şart koşar.

Yazı dizinizin başlangıcında yaptığınız tanıtıcı açıklamanızı, eğer Kuran'da yazılı yukarıdaki emirlere uygun olarak inceden inceye düşünerek ve aklımızı kullanarak okursak; din üzerinden siyaset
yaptığınız ve dini istismar ettiğiniz sonucuna varırız.

Örneğin:

1. ŞİRKE GİRİYORSUNUZ VE OKURLARINIZI DA ŞİRKE BULAŞTIRIYORSUNUZ:

NİSA SURESİ 116ncı, NİSA SURESİ 48nci, KEHF SURESİ 26ncı, ŞÛRA SURESİ 21nci, ZÜMER SURESİ 65nci, EN'AM SURESİ 117nci ve TÎN SURESİ 8nci ayetlere göre; "...ALLAH KENDİSİNE ORTAK (ŞİRK) KOŞULMASINI ASLA AFFETMEZ VE O HÜKMÜNE HİÇ KİMSEYİ ORTAK ETMEZ"

MÂİDE SURESİ 99ncu, RA'D SURESİ 40ncı, ANKEBÛT SURESİ 18nci, NAHL SURESİ 35nci, ŞÛRA SURESİ 48nci, EN'AN SURESİ 107nci, YÛNUS SURESİ 49ncu, A'RAF SURESİ 6ncı ve SÂD SURESİ 86ncı ayetlere göre ise;

"...RESULE DÜŞEN, AÇIK BİR TEBLİĞDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR." ve Yüce Allah Peygamberimize "...O HALDE TEBLİĞ ETMEK SANA, HESAP SORMAK BİZE DÜŞER." Demek suretiyle ;" KULLARININ İMANINI YARGILAMA HAKKINI SEVGİLİ PEYGAMBERİNE BİLE VERMEMİŞTİR."

Kuran'ın bu açık emirlerine rağmen;

Bu milleti İNANANLAR ve İNANMAYANLAR olarak kategorize ediyorsunuz.
Subayları, subay ailelerini ve çocuklarını İNANMAYANLAR veya en hafif deyimiyle DAHA AZ DİNDARLAR sınıfına koyuyorsunuz. Diğer bir deyimle; YÜCE RABBİMİZİN sevgili PEYGAMBERİMİZE bile vermediği bir yetkiyi kullanarak SUBAYLARIN, AİLELERİNİN VE ÇOCUKLARININ İMANINI YARGILAMAYA YELTENİYORSUNUZ.

Toplumun önemli bir bölümünde; "Subaylarımız başörtüsüne karşı, Kur'an kurslarına karşı, muhafazakâr partilere, televizyon kanallarına ve halkımıza karşı olduğu kanısının hâkim olduğunu" iddia ediyorsunuz:

Öncelikle, subayların Kuran'a ve Kuran kurslarına karşı olduğu tamamen yalan ve iftira olup, dinimize göre de günahtır.

Bütün subayları kapsayan bilimsel bir anket mi yaptınız da bu sonuca ulaştınız.


Subayların karşı olduğu şey; kaçak Kuran kurslarında, yetkisiz ve bilgisiz kimseler tarafından, Kuran'da olmayan yalan yanlış hurafelerle çocuklarımızın beyinlerinin yıkanmasıdır.
Nitekim Yüce Rabbimiz de;

ÂLİ İMRAN SURESİ 78nci ayette : " ONLARDAN BİR ZÜMRE VARDIR, ASLINDA KİTAP'TAN OLMAYAN BİR ŞEYİ SİZ KİTAP'TAN SANASINIZ DİYE, DİLLERİNİ KİTAP'LA EĞİP BÜKERLER. O, ALLAH KATINDAN OLMADIĞI HALDE, BU ALLAH KATINDANDIR, DERLER. BİLİP DURDUKLARI HALDE, ALLAH HAKKINDA YALAN SÖYLERLER." ve FUSSILET SURESİ 40ıncı ayette de : " AYETLERİMİZ HAKKINDA EĞRİ İLE DOĞRUYU BİRBİRİNE KATANLAR, BİZE GİZLİ KALMAZLAR" demek suretiyle, dinimize hurafe karıştıran eğitimi yasaklamıştır.

Yüce Allah'ımızın karşı çıktığı bir şeye, askerlerin de karşı çıkması sizi neden rahatsız ediyor?

Yasal Kuran kurslarını neden teşvik etmiyorsunuz?

Dini eğitim konusunda" SUBAY AİLELERİNDE İSE AĞIRLIKLI OLARAK İLKÖĞRETİM VE LİSEDE ZORUNLU OLARAK OKUTULAN VE HAFTADA BİR İKİ SAATTEN İBARET OLAN DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ İLE YETİNİLDİĞİ görülüyor" iddianıza gelince:

"...RESULE DÜŞEN, AÇIK BİR TEBLİĞDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR... O HALDE TEBLİĞ ETMEK SANA, HESAP SORMAK BİZE DÜŞER... O, HÜKMÜNE HİÇ KİMSEYİ ORTAK ETMEZ... ALLAH, YARGIÇLARIN EN GÜZEL HÜKÜM VERENİ DEĞİL Mİ?" diyen YÜCE RABBİMİN hakkınızda gerekli hükmü vereceğine, mütedeyyin bir Müslüman olarak inanıyorum.

Sizler, Tüm subay ailelerini ve çocuklarını dini eğitim bakımından yetersiz olmakla nasıl itham edersiniz? Sizler, güya dini eğitimi yüksek ve Müslümanlığı hiç kimseye bırakmayan bilge kişilersiniz. Allah aşkına, Subaylarla beraber ailelerinin ve çocuklarının dini eğitimlerini ve imanlarını yargılamaya kalkmanın ne demek olduğunu hiç bilmiyor musunuz?

"Aileler, namaz kılmanın, dini eğitim almanın, dini sohbetlere katılmanın "İRTİCAİ FAALİYET" olarak görülebildiği TSK'nin liselerinde, harp okullarında okuyan çocuklarını bunun dışında bir eğitime, kursa yönlendiremiyor" söyleminiz,

"BİR BABANIN ASKERİ LİSEDE OKUYAN OĞLUYLA CAMİYE GİTTİĞİ NEREDEYSE HİÇ GÖRÜLMEMİŞ BİR OLAY" savınız,

"YİNE BİR AİLENİN ASKERİ LİSEDE OKUYAN OĞLUNU YAZ TATİLİNDE DİNİ EĞİTİM ALMASI İÇİN BİR KURSA GÖNDERMESİ NEREDEYSE İMKÂNSIZ" gibi iddialarınız da külliyen yalan ve iftiradır.

Bir babanın askeri lisede okuyan oğluyla camiye gidip gidemediğini nereden biliyorsunuz? Bilimsel kanıtlarınız var mı? Hem, bunu sorgulama hakkını nereden alıyorsunuz? Siz din polisi misiniz?

Türk Silahlı Kuvvetlerinde; namaz kılmak ve mütedeyyin dindar olmak hiçbir zaman "İRTİCAİ FAALİYET" olarak görülmemiştir. Ancak, Din kisvesi altında TARİKATLARA MÜRİT kazandırmaya çalışmak,

Radikal örgütlere MİLİTAN DEVŞİRME gayretine girmek,

DİNİ SİYASETE ALET ederek, orduyu siyasal İslam'ın arka bahçesi haline getirmeye uğraşmak,

Din üzerenden SİYASAL VE MADDİ ÇIKAR sağlamak,

Halkımızı İNANANLAR ve İNANMAYANLAR olarak bölmek ise, hem İSLAM DİNİNE AYKIRI, hem ŞİRK ve hem de İRTİCANIN TA KENDİSİDİR.

Sonuç olarak; eminim ki "Kuranı inceden inceye düşünerek okuyan ve aklını kullanan" mütedeyyin Müslümanlar, size ve sizin gibilere; "durun bakalım, siz Allah mısınız veya Allah ile ortak mısın ki,
insanların imanını yargılama hakkını kendinizde buluyorsunuz. Yüce Allahın sevgili peygamberine bile tanımadığı bir yetkiyi, utanmadan ve hangi cesaretle kullanmaya yelteniyorsunuz. Siz gırtlağınıza kadar şirke batmışsınız. Bizi de günahınıza ortak etmeyin. " diyeceklerdir.



2. DİN TÜCCARLARINI KORUYORSUNUZ VE AYNI SAFTA BULUŞUYORSUNUZ:

Askerlerin; "muhafazakâr siyasi partilere, muhafazakâr televizyon kanallarına ve sivil toplum kuruluşlarına ve halka karşı olduğu" iddiaları da yalan ve iftiradır. Çünkü:

ÂLİ İMRAN SURESİ 161nci ve 187nci, BAKARA SURESİ 75nci, 79ncu 174ncü ve NAHL SURESİ 95nci ayetler; " DİNİ DEĞERLERİ BASİT BİR ÜCRET KARŞILIĞI SATMAYI, KAMU MALINDAN AŞIRMAYI VE SONUÇ OLARAK DİN ÜZERİNDEN MADDİ MENFAAT SAĞLAMAYI YASAKLAMIŞTIR"

SÂD SURESİ 86ncı ayette de; peygamberimizin bile " TEBLİĞİNE KARŞILIK HERHANGİ BİR ÜCRET İSTEMEDİĞİNİ..." belirtmiştir.


HADİD SURESİ 14ncü, ÂLİ İMRAN SURESİ 78nci, FUSSILET SURESİ 40ıncı, LUKMAN SURESİ 33ncü ve FÂTIR SURESİ 5nci ayetler ise; " ALLAH ADIYLA İNSANLARI ALDATMAYI YASAKLAMIŞ VE BUNLARA KARŞI DİKKATLİ OLMAMIZ İÇİN BİZLERİ UYARMIŞTIR"

İşte, askerlerin karşı çıktığı şey; din, iman, Kuran, Peygamber ve Allah adı kullanılarak halkın aldatılması ve siyasi menfaat temin edilmesidir.

İşte askerler, benin güzel İslam Dinimin siyasete alet edilerek maddi çıkarlar sağlanmasına karşıdır.

İşte askerler, holdingler kurup helal kar payı vereceğiz deyip, ağızlarını Allah adıyla eğip bükerek halkın dişiyle tırnağıyla biriktirdikleri paraları toplayıp cebe atanlara karşıdır.

İşte askerler, fakire fukaraya Allah rızası için yardım edeceğiz diyerek, toplanan paraları yok edenlere karşıdır.

İşte askerler, halkın vergilerinden oluşan hazineden, devlet yardımı alıp zimmetine geçirenlerin Müslümanlığa gelince en önde koşmalarına ve dinimizi istismar etmelerine karşıdır.

Yüce rabbimizin de karşı çıktığı şeylere, subayların da karşı çıkması sizi neden rahatsız ediyor?

"Subayların, başörtüsüne karşı oldukları da" bir iftiradır.
Çoğumuzun nineleri ve anaları başörtülüdür:

Askerler, ninelerimizin ve analarımızın taktıkları başörtüsüne değil, türban adı altında siyasileştirilmiş bir örtünme şeklinin ALLAH ADI KULLANILARAK kadınlarımıza dayatılmasına karşıdır.

Türban takanların İNANANLAR, takmayanların ise İNANMAYANLAR sınıfına sokulmasına karşıdır.

DİN TÜCCARLIĞI YAPARAK, haram yoldan zenginleşmiş olanların, 4 çeker ciplere binerek durakta bekleyen başörtülülere çamur sıçratmasına karşıdır.

"Türk subaylarının DİNE VE SİYASETE ÇERÇEVE ÇİZME dürtüsüyle yetiştirildiği ve TSK'deki eğitim sisteminin temelinde bunun olduğu" iddianıza gelince:

Peşinen, bir yanlışınızı veya bilerek yaptığınız bir mantık hilesini düzeltmek isterim; Türk Silahlı Kuvvetleri, bir imam hatip okulu veya ilahiyat fakültesi değildir. Bu nedenle dini eğitim vermez.

Bununla beraber, Türk Silahlı Kuvvetleri ve subayı dine en saygılı kurumlardan bir tanesidir. Örneğin:
Günde üç öğün yemeğe, Allah adıyla dua edilmeden başlanmaz.

Ramazanda, oruç tutmak isteyen tüm personele iftar ve sahur yemekleri çıkarılır.

Kışlaların çoğunda cami vardır ve mesai dışında ibadetini yapmak isteyenler serbestçe ibadetini yapmaktadır.

Generallerin, subay ve astsubayların tamamına yakını, gösteriş yapmadan oruçlarını tutmakta ve ibadetlerini yapmaktadırlar.

Din üzerinden maddi ve manevi menfaat sağlamayı, askerler günah sayarlar.

Bütün bunları yok sayıp, askerlerin imanını yargılamaya kalkmak şirke bulaşmaktır.

3. MÜSLÜMANLARI FIRKALARA ( HİZİPLERE) BÖLÜYOSUNUZ:

RÛM SURESİ 32nci, ŞÛRA SURESİ 13ncü ve EN'AM SURESİ 159ncu ayetler; "...DİNİ YALNIZ ALLAHA ÖZGÜLEYEREK DOSDOĞRU TUTMAYI VE ONDA BÖLÜNÜP FIRKALARA AYRILMAMAYI. .." emrediyor.


KEHF SURESİ 102nci, MÜMİN SURESİ 14ncü, ZÜMER SURESİ 3ncü, 11nci ve 66ncı ayetler ile SEBE SURESİ 40ncı ve FÂTİHA SURESİ 5nci ayetler ise; " İNSANLARDAN VELİ EDİNMEMELERİNİ, YALNIZ ALLAHA İBADET VE KULLUK ETMELERİNİ VE YALNIZ ALLAHTAN YARDIM DİLEMELERİNİ" emrediyor.

Siz ise Yüce Rabbimin emirlerine karşı gelerek: İnsanları İNANANLAR ve İNANMAYANLAR olarak kategorize edip FIRKALARA BÖLÜYORSUNUZ.

Yüce Rabbimizin hiç kimseye vermediği yetkiyi, SANKİ ALLAHMIŞSINIZ gibi kullanarak, İNSANLARIN İMANINI YARGILIYORSUNUZ. Gırtlağınıza kadar ŞİRKE BATIYORSUNUZ ve okurlarınızı da ŞİRKE BULAŞTIRIYORSUNUZ.

Allahtan korkmadan ve kuldan utanmadan Silahlı Kuvvetlerimize, subaylarımıza, ailelerine ve çocuklarına İFTİRA ATIYORSUNUZ.

Ordu ile millet arasına ve Silahlı Kuvvetlerimizin içine NİFAK SOKMAYA çalışıyorsunuz.

Bunların hepsi dinimize göre günahtır. Soruyorum:

SİZ ALLAH MISINIZ?

ALLAH İLE ORTAK MISINIZ?

ALLAHTAN KORKMUYOR VE PEYGAMBERDEN UTANMIYOR MUSUNUZ?

MÜSLÜMANLIK SİZİN TEKELİNİZDE Mİ?

Sayın Editör,

Okuyucularınıza bir çağrıda bulunuyor ve bu konuyla ilgili düşüncelerinizi gönderin yayınlayalım diyorsunuz. Alın size bir okuyucu düşüncesi. Hazırladığınız yazı dizinizin yanına bunu da koyup
yayınlayabilecek misiniz? Bu yazının ekinde, daha geniş çaplı bir yorum daha gönderiyorum isterseniz onu da yayınlayabilirsiniz. Eğer inançlarınızda samimi iseniz, buyurun yayınlayın. Böylece, din kardeşlerimize yayınlayacağınız yazıları, dini açıdan değerlendirme fırsatı da sunmuş olursunuz. Bunu yapabileceğinizi hiç zannetmiyorum.

Öyleyse Yüce Rabbim sizleri ıslah eylesin.

İZMİR - Emekli Tuğgeneral Hikmet YAVAŞ

(Alıntıdır)

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Ekonomik İstikrar...

AKPliler hep ekonomiyi nasıl düze çıkardıklarından bahsediyorlar ya...

Gelin bir de bizim penceremizden bakalım bu ekonomi nasıl düze çıkmış:

En başta turizm gelirleri ele alalım.

Hani bu çok büyük işler başaran Ak Parti hükümeti var ya...

Hani enflasyonu düşük gösterebilmek için enflasyon sepetinden temel tüketim malzemelerini çıkarıp acaip acaip şeylerle bize psikolojik olarak düşük (?) enflasyon yaşatan hükümet...

İşte bu aynı hükümet, turizm gelirlerinde de böyle bir Ali Cengiz oyunu yapmış desem ne dersin?..

Şöyle ki...

2002 yılına kadar turizm gelirleri sadece turistlerden elde edilen kazançları kapsardı.

Ama 2002 den sonra birden bire "yurtdışında yaşayan Türklerin" ülkemizde harcadıkları paralar da bu hesabın içine katılıvermiişş Smile

Peki... tam rakam vereyim sana:

2002'de ülkemize gelen 13,256,028 turist, toplamda 8473 milyon dolar bırakmış.

2008 rakamlarına göre ise 26,336,677 turist, senin de dediğin gibi 21,911 milyar dolar bırakmış.

Amaaa....

Bu 21,911 milyar doların 5,1 milyar dolarının yurtdışında yaşayan Türkler tarafından, yani hepimizin anlayacağı adıyla "gurbetçiler" tarafından harcandığını söylemeyi AKP hükümeti unutuyor sanırım Smile

Şimdi 22 milyar dolardan 5 milyarını çıkartırsan geriye ne kalıyor?

Artan turist sayısına orantılı olarak turizm gelirimiz artmış mı? Yoksa yerinde mi saymış?

Haa.. Tabii bu gelirin büyük görünmesinde doların inatla dizginlenmesi ve Türk Lirası karşısında değerinin düşük tutulması faktörüne falan değinmeyeceğim. Buna ilerideki maddelerde nasıl olsa değinecek bir yer bulunur Smile

Meraklısına Türkiye'de yıllara göre turist sayısı ve turizm gelirleri artış oranı tablosu aşağıdaki linktedir. Yani bunları kafadan attığımı düşünmeyesiniz :)

http://www.ttyd.org.tr/tr/page.aspx?id=40



Gelelim ikinci efsaneye: Merkez Bankası'nın döviz rezervi 11 milyar $'dan 75 Milyar $'a çıkmış...

Yok yok, merak etmeyin... Burada da değinmeyeceğim doların Türk lirası karşısında nasıl dizginlendiğine, düşük kur uygulamasının kafaları nasıl bulandırdığına...

Ama yakınlarında eski (yenisi kalmadı çünkü) bir ihracat firması varsa sor, onlar anlatsın sana bu kur politikasından nasıl battıklarını, neler kaybettiklerini.

Ya da kimseye sonra, git aklına gelen ilk markete gir ve nasıl bir ithalat cenneti olduğumuzu gözlerinle gör. Çünkü bu kurlarla dışarıdan ithal etmek, içeride imal etmekten çok daha akıllıca.

Haa.. arada memleketin imalathaneleri kapanıyormuş, işsiz sayısı artıyormuş önemli değil. MB döviz rezervimiz var Smile))

Ama bu konuda da size kötü haberlerim var. Ben söyleyenlerin yalancısıyım vallahi:)

Merkez Bankası verilerinden yapılanı hesaplamaya göre, 17 Ekim'de 73 milyar 404 milyon dolar olan döviz rezervi, 24 Ekim'de 70 milyar 6 milyon dolara geriledi. Altın mevcudu ise 3 milyar 272 milyon dolar olarak gerçekleşti. Altın ve döviz varlıklarının toplamından oluşan brüt rezerv, döviz rezervindeki düşüşe bağlı olarak 73 milyar 278 milyon dolar oldu.

Dış varlıklarda azalma
Merkez Bankası'nın dış varlıklarının 3.3 milyar dolar azalarak 75 milyar 5 milyon dolara indiği dönemde, döviz yükümlülükleri ise 2.5 milyar dolar artarak 42 milyar 421 milyon dolar oldu. Merkez Bankası'nın döviz fazlası da 17-24 Ekim döneminde 835 milyon dolarlık azalışla 32 milyar 584 milyon dolara indi.


Yani sevgili okuyucum, bir yalancı baharın sonuna geldik. Her şey tepetaklak gelmeye başladı.

Aklıma bir de şu geldi: Bu döviz rezervleri, acaba gavurlara satılan kamu mallarının ödemeleriyle böyle şişmiş olmasın???

E tabi, artık satacak bi şey kalmadığı için, döviz rezervlerimiz de inmeye mi başladı tekrar yoksa? Smile))


Bunları da ben uydurmuyorum. Alın size yukarıdaki haberin kaynağı: http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=109483&KTG_KOD=310

Beğenmezsenizhaber verin, daha başka kaynaklar da var Smile


Hemen bir üçüncü maddeye geçelim... Diyorlar ki "Cumhuriyet tarihi boyunca ihracat 39 milyar $ olabildi bugün 139 milyar $ yükseldi. nerdeyse 3,5 kat arttı."

Vallahi bu oranları duydukça göğsüm kabarıyor. Smile

Ama sonra başka rakamları görünce göğsümün bakartısına içimin karartısı engel oluyor:)

Doları euroyu bir kenara bırakalım, benim kafam Türk lirasından başkasına pek basmıyor. Onun yerine oranlarla konuşalım isterseniz...

Meselaa...

2001 yılında, ihracatımız toplam ithalatımızın yüzde 75'ini karşılar vaziyetteymiş. Ve yine aynı yıl, ithalatta nedense yüzde 24'lük bir azalma var. Yani dışarıdan daha az mal alıp elin gavurlarına daha çok mal satmaya başlamışız Smile

2008 yılına geldiğimizde, yani Ak Parti hükümeti döneminde, ihracatımız ithalatın ancak yüzde 65'ini karşılayabilecek durumdaymış. Aynı yıl ithalat giderlerimiz ise yüzde 18,8 artmış.Smile

Başka bir hesaba vuralım daha iyi anlaşılsın durum:

2001 yılında ithalatta yüzde 24lük gerileme olurken ihracatımız sadece 12,8 oranında artış sağlayabilmiş.

2008 yılında ise ithalatımız yüzde 18,8 artarken (önceki eksiydi, bu artı) ihracatımızdaki artış yüzde 23,1...

Yani haklısınız. İhracatımız patır patır patlıyor.

Ama toplayın, çıkarın, çarpın, bölün ve ithalat yüzdeleriyle ihracat yüzdeleri arasındaki farkı kendiniz yorumlayın. Hangi dönemdeki rakamın daya büyük olduğunu sakın kimseye söylemeyin, Ergenekoncu sanmasınlar sizi Smile)

Bu da yıllara göre ihracat ithalat oranlarını gösteren çizelge. TÜİK onaylı Smile

http://www.tuik.gov.tr/Gosterge.do?metod=IlgiliGosterge&id=3489


Durmak yok, anlatmaya devam :)) "Borç stoku % 29 'a indi. (2001de kriz bu sebeple çıkmıştır % 95'e ulaşmıştı" de diyorlar. Derler...

Ama birileri de diyor ki:
"Türkiye'nin merkezi yönetim brüt borç stoku Ekim ayı sonu itibariyle geçen yıl sonuna göre yüzde 15,2 oranında artarak 438 milyar liraya çıktı.

Geçen yıl sonu itibariyle Türkiye'nin merkezi yönetim brüt borç stoku 380,3 milyar lira düzeyindeydi.

Hazine Müsteşarlığı'nın yayınladığı merkezi yönetim brüt borç stoku verilerine göre, Ekim sonu itibariyle iç borç stoku 327,2 milyar lira, dış borç stoku da 110,9 milyar lira oldu. Böylece, merkezi yönetim brüt borç stokunun yüzde 74,7'si iç borç, yüzde 25,3'ü de dış borç stokundan oluştu.

Borç stokunun 308,1 milyar lira tutarındaki kısmı Türk Lirası cinsinden, 129,5 milyar lira tutarındaki kısmı döviz cinsinden ve geriye kalan 400 milyon liralık kısmı da dövize endeksli borçlar oluşturdu.

HAZİNE ALACAKLARI

Öte yandan, bu yıl Ekim ayı sonu itibariyle Hazine alacakları da 28,3 milyar liraya ulaştı. Hazine alacak stoku içerisinde en yüksek pay 14,4 milyar lira ile mahalli idarelere ait bulunuyor.

2009 yılı Ekim ayı sonu itibariyle yapılan Hazine alacağı tahsilatı da 1,4 milyar lira olarak gerçekleşti."


Başka bir şey söylememe gerek var mı? Smile

http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=216999


İcraatlara biraz derinden bakmak lazım... Mesela; "Özürlü Maaşları 25 TL'den 234 TL'ye Çıktı"

Çok doğru...

Peki Türkiye'de ne kadar engelli (özürlü değil) vatandaşımız var biliyor musunuz?

8,4 milyon.

Peki bunlardan kaçı 2022 Sayılı Kanun kapsamında bu engelli maaşını alabiliyor?

Sadece 318 bin adedi!!!!!!

Yüzdesini ben bulamadım, siz hesaplayın.

Ha, şu her şeyi kat be kat artıran hükümetimiz, acaba engelli istihdamına el atmış mı diye baktınız mı hiç?

İŞKUR istatistiklerine göre, 2002 yılında kamuda istihdam edilen engelli sayısı 10880 kişi iken, 2007 yılında 23 bin 781 engelli vatandaşımız işe yerleştirilmiş.

Yani koskoca beş yıl içinde engelli istihdamı sadece iki katına çıkartılabilmiş.

Aynı kurumun verilerine göre halen 70 bin civarında engelli işe yerleştirilmeyi bekliyor.

Şimdi allahaşkına söyleyin:

318 bin kişiye verilen 234 TL övünülecek bir şey midir????

Daha fazlasını şu linkten okuyabilirsiniz:
http://www.ozida.gov.tr/stratejik_plan/turkiyede_ozurluluk.html



AKP hükümeti IMF'ye Olan Borcu 3'te 1'e İndirmiş...

Buna ben değil Sinan aygün cevap versin:))

"Uluslararası Para Fonu'na (IMF) 1947 yılında üye olan Türkiye, ilk stand-by anlaşmasını 1958 yılında imzaladı. Türkiye, IMF ile 1958-2007 yıllarını kapsayan 49 yıllık dönemde ise toplam 20 stand-by anlaşması yaptı.
Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan ''Türkiye-IMF İlişkileri Araştırması''na göre, halen Türkiye'de 20'nci stand-by anlaşmasını uygulayan IMF'nin bu denetim ve gözetimi Mayıs 2008'e kadar sürecek.
Son 49 yılın yarısından fazlasında Türkiye ekonomisinin yönetiminde belirleyici olan IMF, özellikle 2000'li yıllarla birlikte dünyada giderek gözden düşerken, Türkiye'de ise arka arkaya 3 stand-by anlaşması yaptı.
2000 yılı başında IMF ile süresi uzatılmış anlaşmalarla birlikte toplam 26 ülkenin stand-by (SBA) ve genişletilmiş fon kolaylığı (EFF) anlaşması bulunuyordu. Bunlardan Arjantin, Bosna Hersek, Brezilya, Estonya, Kore, Letonya, Litvanya, Meksika, Papua Yeni Gine, Filipinler, Romanya, Rusya, Tayland, Zimbabwe, Bulgaristan, Kolombiya, Endonezya, Ürdün, Kazakistan, Moldova, Pakistan, Panama, Ukrayna ve Yemen, IMF ile yollarını ayırdı.
Türkiye ve Peru, IMF'nin portföyünden kurtulamadı. Araştırmada söz konusu iki ülke ile ilgili ''IMF hapishanesinde tutuklu kaldı'' denilirken, Türkiye ve Peru'ya süreç içerisinde altı yeni ülke daha katıldığı belirtildi.
Araştırmaya göre bugün, IMF ile yola devam 8 ülke (Türkiye, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Gabon, Irak, Makedonya, Paraguay ve Arnavutluk) bulunuyor.
IMF halen uygulanan ve süresi uzatılan (Arnavutluk) anlaşmalarla söz konusu ülkelere toplam 12 milyar dolar borç vermeyi taahhüt ederken, bu kredinin 10,1 milyar dolarını Türkiye'ye taahhüt edilen kredi oluşturuyor.
Bu kredinin 6,6 milyar dolarını kullanan Türkiye, 3,5 milyar dolarını ise Mayıs 2008'e kadar kullanmayı planlıyor. Stand-by anlaşmaları kapsamında IMF'nin taahhüt ettiği kredilerin bundan sonra kullanılabilecek kısmının da yüzde 70'ini Türkiye'nin kullanacağı kredi oluşturuyor.

IMF'YE EN BORÇLU ÜLKE TÜRKİYE
Brezilya ve Arjantin'in borçlarını ödemesinden sonra Türkiye, ''IMF'ye en fazla borcu bulunan ülke'' konumuna geldi.
1999 yılından bu yılın Mayıs ayı sonuna kadar Türkiye, IMF'den toplam 43 milyar dolar borç kullandı. Bu borcun 34,7 milyar dolarlık kısmı geri ödendi. Bu dönemde Türkiye, IMF'ye faiz olarak ise 5,6 milyar dolar ödedi.
2007 Mayıs sonu itibariyle Türkiye'nin IMF'ye toplam 8,7 milyar dolar borcu bulunuyor. Türkiye, kalan borcu için IMF'ye toplam 1 milyar dolar da faiz ödeyecek. Türkiye ödediği faizle, IMF'nin cari harcamalarını finanse eden tek ülke konumuna da geldi.
31 Ocak 2007 tarihli verilerine göre, IMF'nin 73 ülkeden alacağı bulunuyor. Toplam 19,9 milyar doları bulan bu alacağın 10,2 milyar doları (31 Ocak 2007 itibariyle) Türkiye'nin borcundan kaynaklanıyor. Bir başka ifadeyle, IMF'nin her 100 dolarlık alacağının 51 dolarını Türkiye'nin borcu oluşturuyor. Türkiye'yi 1,4 milyar dolarla Pakistan, 812 milyon dolarla Ukrayna izliyor.

BORÇLU BİR TÜRKİYE ORTAYA ÇIKTI
ATO, çalışma kapsamında IMF programlarının nasıl bir makro ekonomik tablo ortaya çıkardığını da araştırdı. Araştırmaya göre, Türkiye'ye biri çok ağır iki önemli finansal ve ekonomik kriz yaşatan ve yeni krizlere açık hale getiren IMF programlarının temel amacı, Türkiye'nin ''yüksek borçluluk düzeyini düşürerek, yüksek reel faiz oranlarını kabul edilebilir düzeylere çekmek'' olarak açıklanmıştı.
Dünyanın en yüksek nominal faizini vermeye devam eden Türkiye, yaşanan onca krize ve ödenen yüksek faturaya rağmen hala yüzde 11-12 düzeyinde ve dünya ortalamasının oldukça üzerinde bir reel faiz ödemeyi sürdürüyor.
1999 yılı sonunda Türkiye'nin 42 milyar dolar düzeyinde bir iç borç stoku bulunuyordu. IMF gözetiminde geçen yaklaşık 7,5 yıllık sürede iç borç stoku 1 milyar dolar artarak 195,4 milyar dolara kadar yükseldi. Milli gelirin yüzde 121 oranında arttığı bu dönemde iç borç stokundaki artış ise yüzde 365,2'ye ulaştı. 1999 yılında yüzde 22,7 olan ''iç borç stokunun milli gelire oranı'' 2006 yılı sonunda yüzde 44,8 oldu.
Türkiye'nin 1999 yılında toplam 103,1 milyar dolarlık dış borcu bulunuyordu. IMF ile program uygulanan dönemde dış borç yüzde 107 oranında artarak 213,4 milyar dolara (Mart 2007) kadar çıktı.
Hazine'nin iç borçları ile kamu ve özel sektörün dış borçlarının toplamından oluşan ''geniş anlamda borçlar'' ise bu sürede 264 milyar dolar artarak 145 milyar dolardan 409 milyar dolara kadar tırmandı.
Özel sektörün dış borçları ise 49,6 milyar dolardan 125,6 milyar dolara kadar yükseldi. Şirketlerin, Türkiye'deki bankalar ve bu bankalar aracılığıyla yurt dışından kullandıkları toplam krediler ise 33,5 milyar dolardan 139,9 milyar dolara ulaştı.

DIŞ TİCARET AÇIĞI DA ARTTI
Araştırmaya göre, Türkiye'nin bu dönemde hem ihracatı hem de ithalatı arttı. Ancak ithalat, ihracattan daha hızlı arttığı için dış ticaret açığı yükseldi.
Yıllık ihracatın yüzde 212 oranında artarak 90 milyar dolara yükseldiği bu dönemde yıllık ithalat, yüzde 265 oranında büyüyerek 144 milyar doları buldu.
Dış ticaret açığı ise yüzde 410 oranında artarak 10,5 milyar dolardan milyar dolara çıktı. Bu yüzden de 1999 yılında 1,3 milyar dolar olan yıllık cari işlemler açığı 2006 yılında 32 milyar dolarla GSMH'nin yüzde 8'ine yakın bir büyüklük oluşturdu.

FATURAYI TÜM SEKTÖRLER ÖDEDİ
IMF programlarının ağır faturasını tüm sektörler ödedi. Türkiye'nin sadece bankacılık sektöründe ödediği fatura bile, orta büyüklükteki bir ülkenin milli gelirine eşit bir büyüklük oluşturdu.
1999 yılında Türkiye'de 81 banka bulunuyordu. Banka sayısı 46'ya kadar düştü. Bankacılık sektöründe yabancıların yüzde 5 olan payı bu yıl Haziran ayı itibariyle anlaşmaya varılan banka satışlarıyla birlikte yüzde 24'e, borsada sahip oldukları paylarla birlikte yüzde 40.5'e ulaştı.
Araştırmada, IMF'nin dayattığı politikalar yüzünden işsiz kalanlara her geçen gün yenileri eklenirken, sıcak paraya ve ithalata dayalı büyüme modeli yüzünden ülkenin istihdam yaratamaz duruma geldiği vurgulandı.
Araştırmaya göre, 1990'lı yılları bir dizi krizlerle geride bırakıp 1988 yılında yakın izleme anlaşmasıyla IMF'ye yeniden teslim olan Türkiye, 2002 seçimlerinden sonra IMF ile yollarını ayırma şansını da kullanamadı.
3 Kasım 2002 seçimlerinden sora kurulan AK Parti hükümeti de Türkiye'nin IMF politikaları dışında seçeneği olmadığını kabul etti ve önceki stand-by anlaşmasını devam ettirmenin yanı sıra Mayıs 2008'e kadar uygulanacak ayrı bir stand-by anlaşması daha imzaladı.

ATO BAŞKANI AYGÜN
Araştırmaya ilişkin açıklamalarda bulunan ATO Başkanı Sinan Aygün, IMF'nin gittiği tüm ülkelere, farklı özelliklerini dikkate almadan hep aynı programları uygulattığını ve çok küçük 1-2 ülke hariç hiç birinde de başarılı olamadığına dikkat çekerek, ''Türkiye, IMF programından farklı bir ekonomik program uygulayamaz mı? IMF'nin Türk halkına verdiği bunca zarara rağmen, siyasi partilerimizin bu konuda yeterince kafa yormamaları hem düşündürücü hem de çok üzüntü verici'' dedi.
Ekonomik programların temel amacının, ülke ekonomisi ve özellikle de istihdamın istikrarlı bir şekilde geliştirilmesi olması gerektiğine dikkat çeken Aygün, şunları kaydetti:
''Oysa, son 8 yılını IMF tarafından belirlenen ekonomik programlar uygulayarak geçiren Türkiye'de, bunun tam tersi bir tablo oluştu. Türkiye ekonomisi spekülatif sermayenin hızlı hareketlerine eskisine göre çok daha açık ve bu sermayenin en küçük bir olayda hızla ülkeyi terk etme olasılığı yüzünden eskisinden de daha istikrarsız ve kırılgan bir hale geldi. İşsizlik ise geçen yıl yaşanan küçük düşüşlere rağmen iki haneli olarak kalmaya devam etti.'' Türkiye gibi ülkelerde ekonomi politikalarının başarısını, yalnızca milli gelirdeki (GSMH) büyümeye bakarak değerlendirmenin yanlış sonuçlar vereceğine dikkat çeken Aygün, ekonomi politikalarının başarısını, ülkede yaşayanların yaşam standardını ne ölçüde artırdığına, sürdürülebilir, dengeli ve demokratik bir kalkınmaya ne ölçüde yol açtığına bakarak değerlendirmenin daha doğru olacağını ifade etti.


http://www.atonet.org.tr/turkce/bulten/bulten.php3?sira=314

http://www.milliyet.com.tr/2007/07/08/son/soneko11.asp


Ekonominin iyiye gittiğine dair gösterilen bir başka delil de "Devlet Bankaları Zarardan Kara Geçti" masalı...

Devletin bankası kaldı mı diye soracağım ama, allaha şükür hepsi satılmadı henüz Smile))))

Peki acaba kamu bankalarının bu karlılığının, 2007 yılında Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren'in "tüm kamu bankaları Kasım 2010'a kadar satılacak" beyanatıyla bir ilgisi olabilir mi???

Yani bu şişirme karlılık, kamu bankalarının satış değerini yükseltmek için devletin sağ cebindeki parayı sol cebine aktarması gibi bi göz boyaması olmasın? Smile)


.....

Neyse... Yaz yaz bitmiyor ekonomimizin nasıl iyiye gittiği. Bu kadar icraatı anlatmaya kağıt kalem yetmiyor gördüğünüz gibi :)

Kalanını bir başka yazıya saklayalım şimdilik. Siz de bu yazdıklarımı ölçün biçin o zamana kadar :)