24 Kasım 2010 Çarşamba

MİNİ ANKET

İKİ SORU

Kulaklarımızda hala...

Bir kavruk ses çağırıyordu bizleri. 22 temmuz seçimlerinin ardından herkes, hepimiz kara kara düşünürken, "bu iş burada bitmedi, daha yeni başlıyor. Ben de varım diyorsanız siz de gelin" diyordu.

Silkindik birden. Üzerimizdeki ölü toprağı bu çatal yürek sayesinde 24 saat geçmeden atıldı; yerini yeni bir heyecana, sinerjiye, enerjiye bıraktı.

"Siz kaç kişisiniz ki?" diyenlere inat, çok geçmeden 1 milyon 300 bin kişiye ulaştık. Korku imparatorluğunun mimarları yıldırma ve sindirme operasyonlarının dozunu artırdıkça daha da çoğalıyorduk. Sinmedik, yılmadık. Önce internet platformunda, sonra derneklerde tek ses, tek yürek olduk.

Bizi korkutmaya çalışanların korkusu olduk...

Sonra ayırdılar bizi gönüldaşımızdan, çatal yüreğimizden, Tuncay'ımızdan... Böylece parçalarız sandılar. O olmazsa yok ederiz kısa sürede diye düşündüler.

Onlara inat, hiçbir koşulda sinmeyeceğimizi, yılmayacağımızı, yıkılmayacağımızı göstermek için tuttuk bir de parti kurduk. Yetinmedik, yalnızlaştırmaya çalıştıkları Tuncay Özkan'ı tutukluyken genel başkan ilan ettik.

Önce güldüler bize, her zamanki gibi. "Üç gün uğraşır, dördüncü günü bırakıplar parti purti işlerini" dediler. Üç gün uğraştık, dördüncü gün seçime girme yeterliliğini kazandık. Şaşırdılar... Her zamanki gibi...

Ne yapacağını bilemez hale geldi "şer" cephesi, yobazın ve emperyalizmin sözcüsü...

"Tuncayları yokken bunları yapıyorlarsa, o çıkarsa neler yapmazlar ki" deyip, içerde tutmaya karar verdiler gelincik tarlamızın güneşini... "Hele bir seçimler geçsin, başımıza bela olmasın" diye düşündüler.

Çünkü kendi yaptırdıkları ankette sadece Tuncay Özkan adı yüzde 14 oy almıştı...

........

Evet sevgili dostlar...

Bu günlere hep kendi yağımızla kavrularak geldik. Kimseye minnet etmeden, tırnağımız varsa başımızı kaşıyarak...

Dernekler, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, partiler.... Hepsi önce sırtını döndü, burun kıvırdı bizlere.
Ne zaman ki büyüklüğümüzü, gücümüzü, sinerjimizi gördüler; sonra yanaşmaya, içimizden parçalar kopartıp kendilerine dahil etmeye çalıştılar. Hala da çalışıyorlar...

"Ulusal birlik" dediğimizde hepsi kendi bünyesinde olması kaydıyla destek verdi, yeni bir oluşumda ya da başka bir örgütün çatısı altında birleşmeye ayak dirediler.

Oysa bizim bildiğimiz "önce vatan"dı. Koltuk, tabela, makam, mevki söz konusu bile olamazdı...

.........

Şimdi yeni bir dönüm noktasına geldik. 2011 yılının Haziran ayında yeni bir seçim var. En zor anımızda yanımızda olmayanlar, "Ergenekoncu" yaftasını yememek için bizden selamını bile esirgeyenler ne hikmetse birden bire bizden yana görünmeye başladı...

2007'de "sağcılar MHP'ye, solcular CHP'ye" dediğimizde kulak tıkayanlar, şimdi en şirin halleriyle aynı nakaratı söylüyorlar. Ama yine hep nalıncı keseri gibi... "Bana gelin ama benden bir şey istemeyin..."

İstemeyiz elbette...

Tek isteğimiz, tek düsturumuz var çünkü: VATAN, NAMUS ve AHDE VEFA...

Vefayı en çok hak eden kim? 2 yılı aşkın süredir Silivri'nin rutubetli dört duvarı arasında bile hala haykırmaya, "bu bayrağı dirim değil, ölüm bile bırakmayacak" demeye devam eden kim?

İşte şimdi bu vefayı göstermenin, çatal yüreğimize gönül borcumuzu ödemenin zamanıdır.

O'nlar ne kadar niyetliyse Tuncay'ımızı bırakmamaya, biz de o kadar kararlıyız elbirliğiyle gözümüzün nurunu çekip zindandan çıkarmaya...

Madem ki elin PKKlısı milletvekili olup girdi Meclis çatısına, madem ki bu yol bölücüye bile hak görülüyor; tek derdi "tam bağımsız, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti" olan Tuncay Özkan yüz kere, bin kere, milyon kere hak ediyor...

Sevgili dostlar;
İki sorum var sizlere yol haritamızı belirlemek üzere... Yaparız dersek yaparız dün olduğu gibi, yarın olacağı gibi...



Bunu bir mini anket gibi düşünüp tüm arkadaş gruplarımızla paylaşalım ve harekete başlayalım.

GÜN, HAREKETE GEÇME GÜNÜDÜR!..