14 Eylül 2010 Salı

DENİZ KOKUSU

-1-

Denizin mavisine alıştınız mı bir kez, bırakmaz peşinizi ömür boyu bu tutsaklık... Boğulursunuz denizsiz şehirlerde. Altın kafesteki kuş gibi hissedersiniz kendinizi, bir kuş sütünün eksik olduğu yaşamlarda bile...

Denizin esintisine alıştınız mı bir kez, en sıkıntılı anınızda atarsınız kendinizi cankurtaran misali bir kıyı kahvesine... Balıkçılların tiz çığlıkları ve kanatlarının altına doldurdukları rüzgar alır götürür içinizi bunaltan ne varsa...

En geniş ovada bile boğulursunuz, yeriniz dar gelir denize bağımlıysanız. Gözünüz ufuk çizgisinde birleşen iki mavi tonu görmek ister. Yeşilin en canlısı, kahvenin en sıcağı, gökkuşağının en renklisi yerini tutmaz mavilerin dansının...
....
Çekin içinize derin bir nefes... Göremeseniz bile hissediyorsunuz değil mi? İyot kokusu girdikçe burun deliklerinizden ciğerlerinize sanki yeniden doğmuş gibi oluyorsunuz.

Haydi; şimdi "deniz olunmalı oğlum!.."



-2-

Denizin en koyusunda demledim kederleri. Her yakamoz bir eski sevda masalını kanattı yine ve yeniden. Yüreğimin en çok acıyan yerinde hep sen vardın, hep sen oldun. Hani, şehirleri insanlara sevdiren sevdikleri insanlar olurmuş ya; sen olmasan, deniz bile nafile bu kahpe şehirde...

Saçlarımı karıştıran imbat senin parmakların, kumlarını avuçladığım sahil senin tenin ve şu martının çığlığı senin en çok sevdiğin şarkının tınısı...

Şimdi sen bu şehirdesin ya; sen bilmesen de sensizliğin sessizliğini seninle paylaşıyorum denizin sana ulaşan yamacında. Şimdi sen bu denizsin ve dalgalarının yumuşak dokunuşları tenimi ürpertiyor tıpkı senin dokunuşların gibi. Şimdi sen...

Şimdi sen yoksun yanımda. Ama deniz seni bana getiriyor her kıyıya vurduğunda...



-3-

Besmeleyle başladığımız yolculukta bir daha aynı limana geri dönüş olmadığını biliyorduk. Biliyorduk ya, dalga sesleri boğuyordu boğazımıza düğümlenen sözlerin cılız sesini... Ardımızdan sallanan ellerin ayasında şavkılanan bakışlarımız mühürlüyordu ayrılığın belgesini. Artık limanı olmayan denizlerin yolcusuyduk.

Hep gözümüzü diktiğimiz mavinin bittiği noktaya çevrili rotamızda bildiğimiz tek şey, mavinin asıl orada başladığıydı. Ve bu maviye sevda, kendi sonumuzu hazırlatıyordu bize kendi ellerimizle...

Hiç ulaşamayacağımızı bildiğimiz o noktaya kürek çekiyorduk durmadan, İkarus'un güneşe uçtuğu gibi... Balmumu yüreğimiz erise de göz göre göre her asıldığımız kürekte, güzeldir yeni bir sevdanın yolunda ölmek de...




-4-

Sarıdan kızıla oynaşarak geçerken güneşin renkleri, çarşaf gibidir kentimin denizleri. Göz hizamızdaki martı çığlıkları yaşamı sevdirir insana en "her şeyden" vazgeçtiği anda. Deniz, herkesin içine işlemiştir bu kumsalı olmayan kentte ve herkesin gözlerinde denizin ışıltısı vardır...

İşte tam da burada başlıyor seni sevmemin hikayesi. Basit, sıradan bir kent hikayesi anlayacağın... Herkesinki kadar sıradan ve herkesinki kadar özel... Şehrin bittiği ve denizin, ve özgürlüğün başladığı yerde can buluyorsun sen.

Bu yüzden, ne zaman bir gelgit yaşansa körfezde, sen kabarırsın yüreğimde...




-5-

Sevgili deniz;

Sevincimi kabartan, öfkemi dindiren dalgakıran; sevdamı renklendiren mavi... Kıyılarında çocukluğumu büyüttüğüm, enginlerine umudumu ektiğim derin huzur...

Aşk mevsimi filizlendirdi yüreğimin kalın kabuklu yaralarının üstündeki yeni sevdamı deniz. Bir ayrık otu gibi izinsiz, kardelenler gibi inadına... Pencereme konan o ürkek ve yaralı serçe vazgeçilmezim şimdi kulağımdaki sesiyle. Şimdi sana koştuğum zamanlarda bile dalga seslerinin arasına kıvrılmış bana bakıyor sevdamın hınzır ve muzur gözleri.

Ey deniz; her gizimi bilen deniz!.. Senin kadar sınırsız, senin kadar bilinmez, senin kadar dolu, senin kadar anlamlı, senin kadar... Senin kadar her şeyim o.

Gecikmiş 18 yaşım, arsız duygularım, çıkarsız paylaşımım, canımdan can olanım o. "Seni seviyorum" demeden sevdiğim, farkında olmadan tutulduğum, hayata tutunduğum ıtırlı dalım, dağım... O benim her şeyim şimdi deniz...

...

Şimdi sana şiirlerimi versem, beni ona götürür müsün deniz?..




-6-

Gecenin ilk yakamozuna asıp sesimi uğurladım denizin ve gökyüzünün koyukarasına doğru... Hiç kimse görmedi. Hiç kimse duymadı, bilmedi. Bir tek ay ortaktı sırrımıza. Gidemediğime giden, göremediğimi görendi deniz. Uysal dinleyicim, serinkanlılığım, dingin yüreğimdi o. Öfkemle kabaran koyu mavi dev, üzüntümde sütliman, kıpırtısız mırıldanan kedi...

Gecenin ilk yakamozuna asıp uğurladım sesimi... Hangi kıyıdaysan ve hangi saatte izliyorsan dolunayın suda kırılmasını, bir turkuaz dalga yankılanacak kulağında. Özlediğin bir şeyleri hatırlatırsa eğer, ellerini uzatıp sarılmak istersen suyun karşı yakasında birilerine, ve o ben olursam...

...Sevdalı bir bakış fırlat nazlı dalgalara.

Ben o bakışı da tıpkı seni beklediğim gibi beklerim!..



-7-

Sevdim onu be deniz; hem de çok... Suyun şırıltısı kadar tatlı bir müzikti içimde. Zeytinin tadı vardı gözlerinde. Gülünce güneşin yedi rengi saçılıyordu dünyama, onun için sevdim.

Sevdim onu be deniz... Sevdiğim için layık göremedim hiçbir şeye ve kendime. Yoksa yollar da kollar da bahane... Dağları düzlemesini de, kolları kenetlemesini de bilirdim bal gibi. Ah biraz daha beklese...

Sevdim onu be deniz... Aşkın en yalın haliyle yerleştirdim yüreğimin yufkalığına. Bencilce, düşünmeden ve bilmeden yarının ne getireceğini, sadece günü isteyerek, yalnızca bu günün getirdikleriyle sevdim. Günün hiç bir saniyesini yarınla kaybetmeden sevdim.

Kimselere söyleyemesem de sevdim onu be deniz. Lekelenmesin diye kendimden başka herkesten köşe bucak kaçırıp, pamuk yumuşaklığında kuytularda büyüttüm o nadide çiçeği. Kokusunun bana nasip olmayacağını bile bile sevdim.

Deniz, ben onu hep sevdim.
Ben onu çok özledim.
Ben onu hep ve çok...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder